İzmir’de ikinci önemli kamusal bölge: Karantina

İzmir’in tarih içindeki en özel bölgelerinden biri de hiç kuşku yok ki Karantina semti ve çevresidir. 19. Yüzyıl’a kadar pek gelişme göstermeyen ve ulaşımın da ancak denizden gerçekleştiği bölgenin kaderi, çeşitli dönemlerde “Salhane Caddesi”, “Göztepe Caddesi”, “İnönü Caddesi” gibi değişik adlarla anılan; uzun emek ve çalışmalarla birkaç etapta tamamlanabilen günümüzün Mithatpaşa Caddesi ile bir anda değişir.

Günümüzde Akın Simav, Murat Reis ve Çankaya mahalleleri ile çevrili Mithatpaşa Mahallesi merkezli bölge (her ne kadar yeraltı geçişi için önemli bir dolgu yaşasa da) İç Körfez’in güney kıyısında Karataş ve Güzelyalı’dan sonra üçüncü “koy” olma özelliği ve güzelliğine sahiptir. Bu bölgede yer alan birçok yapı çeşitli alanlarda “sözü edilesi” özellikler taşıyan önemdedir. Bunlar arasında semte adını veren İzmir Karantinası, İzmir İdadisi, Hamidiye Camisi, Karantina Hamamı, Hamidiye Askeri Hastanesi, Karakol ve Islahhane ile başlayıp Sanatlar Mektebi adıyla devam eden ve günümüze ulaşan İzmir’in en eski okulu da ilk anda sayılacaklar arasındadır.  Bütün bunlara baktığımızda bu semtin Konak’tan sonra İzmir’in en önemli kamusal bölgesi olduğu söylenebilir. Bu saydıklarımızın tümünü genel bir kronolojik sırayla aktarılmasına çalışacağız. Ancak İzmir İdadisi’nin bu bölgede yaşadığı serüvenin öyküsünü Kent-Yaşam’da daha önceden paylaştığım için burada bilgi tekrarı yapmak istemedim.

1840’lı yıllardan sonraki belgelerde adını görmeye başladığımız Karantina, 19. Yüzyıl sonlarından itibaren Yahudiler tarafından “Kallithea” olarak anılan bir bölgedir. Adını, İzmir’in ikinci karantina bölgesi olarak seçilmesinden ve burada var olan Karantina teşkilatından alır. İzmir’in ilk karantina merkezi o zamanlar iç körfez kıyısı olan ve henüz doldurulmamış durumdaki Mortakya’dadır. O bölgenin adının bu şekilde “ölüm”le ilgili ifade taşıması, var olduğunu bildiğimiz mezarlıklardan değil, bu karantina bölgesinde yaşanan salgın hastalıklarla ilgili ölüm vakalarından gelir.

Mortakia bölgesi gelen alüvyonlarla yarı dolgu yarı bataklık hale dönüşmeye başlayıp da kıyısına denizden ulaşım neredeyse imkansız hale gelince, yeni merkez olarak bu bölge seçilir. 1844 yılında yapımına başlanmış olan Karantina binasında çalışanlar ve yöneticiler için çevrede yapılan ilk evler aynı zamanda bu semtin de çekirdeğini oluşturur. İzmir rıhtımı için gerekli taşların büyük bölümü burada bulunan büyük kayalıklardan alındığından, kıyıda yol olabilecek bir alan belirir ve bu nedenle 1860’lardan itibaren yerleşme hızlanınca, tatlı içme sularına sahip kuyularıyla da ünlü bölgedeki Karantina binaları 1865 yılında Urla ilçesi İskele mevkiine taşınır.

Karantina, 1885 yılında İzmir’de muhtarlık teşkilâtı kurulması sırasında “İzmir Karantinası” adıyla var olan mahallelerden birisidir. 1891 yılında 517 evin olduğunu bildiğimiz  Karantina, nüfusun artmasıyla önceleri Karantina İslâm ve Karantina Rum adlarıyla; Cumhuriyetin ilk yıllarında ise Birinci Karantina ve İkinci Karantina adlarıyla iki büyük mahalleye ayrılır. İzmir merkezinde sokakların numaralandırılması uygulaması sırasında 221. ile 265. sokaklar arasındaki bölgeyi kapsayan İkinci Karantina’nın adı, İzmir Belediye Meclisi’nin 11 Şubat 1937 tarihli toplantısında alınan kararla Murat Reis olarak değiştirilir. Birinci Karantina ise Mithatpaşa olur.

Semte adını veren “Karantina” sözcüğü aslı İtalyanca “Quarantina”dan gelmektedir. Özellikle Orta Çağ’da sık görülen salgın hastalıklara karşı bazı önlemler alınmaya başlamıştır. Bunlar arasında en sık görülen uygulamalardan biri de “Kapalı bir yerde, yedi gün boyunca gözetimde tutmak”tır. Sözünü ettiğimiz salgın hastalık dönemlerinde şehirleri silahlı muhafızlar korumuş, girişler çıkışlar kontrol altına alınmıştır. Bu konudaki en önemli uygulama 1349 yılında Venedik’te görülür. Bu uygulamada Venedik açıklarına gelen gemiler kırk gün bekletilmeye başlar. Bu nedenle de uygulama bu adı kırk sayısından alır. İlk karantina merkezi de 1423 yılında yine Venedik’te, “Lazaretto” adıyla kurulur.

Bölgedeki yerleşme geliştiğinde eğitim kurumları da görülmeye başlanır. Bunlardan biri Hamidiye Mektebi diğeri ise Tramvay Caddesi üzerinde 1911 yılında açılmış olan İttihat ve Terakki Mektebi’dir. Ancak uzun soluklu olmayan bu okullar yanı sıra asıl söz edeceğimiz eğitim kurumu bölgenin en önemli yapısına da sahip olan “Islahhane” ve müthiş serüvenidir. Bu değerli okulun o kadar renkli ve ilginç bir geçmişi vardır ki, bunlardan söz ederken farklı alanlarda kişi ve kurumlara da yer verilecektir. Ancak öncelikle “Islahhane”nin ne olduğundan söz etmek gerekir.

Islahhaneler, Osmanlı devletinin çağdaşlaşma ya da Batı’ya ayak uydurma çabaları içinde, tek düze olarak nitelendirebileceğimiz okullar yerine, birkaç işlevi birden yerine getirmeyi hedefleyen eğitim kurumlarıdır. Öncelikli hedefi de, çöküş süreci yaşamakta olan ülkede, Osmanlı topraklarına yapılan göçlerden mağdur olmuş 5/6 yaş ile 12/13 yaş arası yoksul ve kimsesiz çocukların, sokaklardan alınarak, devlet kontrolünde ve sağlıklı bir ortamda hayata kazandırılmalarının sağlanmasıdır. Bu sosyal çabanın yanı sıra ülkenin kalkınmasına da bir katkı olarak planlanan bu yapıda, öğrencilere verilen temel eğitim ile birlikte bir meslek sahibi olmalarını sağlamak amacıyla kunduracılık, terzilik, marangozluk, dericilik, sepetçilik gibi günün geçerli meslekleri de kalfalık düzeyinde öğretilmektedir. Öte yandan bu ıslahhanelere kabul edilen çocuklar arasında belli oranda bulunan, suç işlemiş olanlar da yeniden topluma yararlı bir birey olarak kazandırılırken, sayısı fazla olmasa da hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin Müslüman ve gayri Müslimlerden karma olması, konuya ayrı bir anlam katmaktadır.

Baba tarafından dedesi Selanik Islahhanesi’nden “Kunduracılık” ve “Batı Müziği Klârinet”; küçük oğlunun ise İzmir Mithatpaşa Endüstri ve Meslek Lisesi “Bilişim Teknolojisi” bölümünden mezun olmuş ve de bu nedenlerle, Karantina’daki bu kurumun hayat içindeki cazibesinden hiçbir zaman uzak duramamış bir araştırmacı olarak, gün ışığına çıkarılmış bilgileri paylaşmak da bir borç ve görevdir.

Osmanlı devletindeki ilk altı Islahhane’nin kuruluşunda karşımıza hep aynı isim çıkar: Midhat Paşa. Peki, kimdir bu Midhat Paşa?

Asıl adı Ahmed Şefik olan değerli devlet adamı Midhat Paşa 1822 yılında İstanbul’da doğar. Babası, Evkaf Nezâreti memurlarından Rusçuklu Hacı Hâfız Mehmed Eşref Efendi’dir. Midhat Paşa’nın oldukça ayrıntılı ve uzun olan hayat öyküsünün bu çalışmayı ilgilendiren bölümü 1880 yılı Ağustos ayında, iki buçuk yıldır bu görevi yürüten Aydın Valisi Ahmed Hamdi Paşa’nın yerine İzmir’e gelmesidir.

Paşa, İzmir’e geldiğinde adeta harabeye dönmüş bir şehirle karşılaşır. 29 Temmuz 1880 günü meydana gelen oldukça şiddetli bir deprem, İzmir’de büyük zarara yol açmıştır. Bu arada özellikle Rum eşkiyânın yağma ve soygun olayları almış yürümüştür. Midhat Paşa göreve başladığının ikinci günü kendisine sunulan bir belgeyi okuyunca adeta çılgına döner: “Her kim, gece sokağa çıktığında üzerinde en az on mecidiye akçe ya da gümüş ve altın saat benzeri şey bulundurmaz ise, soyulduktan sonra hakaret edilecek ve dövülecektir.” Hemen harekete geçen Paşa, yalnızca meydanda haydut astırtmakla kalmaz, kısa zaman içinde İzmir’de polis ve jandarma teşkilâtının kurulmasını da sağlar. Bu gelişmelerden ve şehrin asayişinden memnun olan azınlık toplulukları da bu memnuniyetlerini hükümete yazı ile bildirir. (BOA. Yıldız. Meşihat Dairesi Maruzatı. / 1 – 33. 30 Mart 1881)

Midhat Paşa, İzmir’in imarı için de oldukça çaba harcar. O yıllarda bir tek cadde bulunmayan şehirde, iç Ege’den demiryolu ile Basmane’ye getirilen tarım ürünleri ve diğer ticari eşya Rıhtım’da bulunan gemilere çok dar sokaklardan, üstelik eşek ya da develerle taşınmaktadır. Bu nedenle ilki Basmane Garı’ndan Kışla’ya; ikincisi de Kışla’dan Göztepe’ye iki büyük caddenin açılmasını İstanbul’a kabul ettirir. Bab-ı Âli çok geçmeden bu işten vazgeçerse de Midhat Paşa, Göztepe’ye giden yolun bir kısmını açmıştır bile.

Bu arada bir Fransız şirketi tarafından yaptırılan ve günümüzde Kordon adıyla anılan İzmir Rıhtımı, Pasaport iskelesi civarındaki bir bölümü dışında 1876 yılında tamamlanır. Yapımcı şirket, doldurularak kazanılan arsaları parça parça satmaktadır. Midhat Paşa bu satış işiyle ilgilenir ve sonraki yıllarda büyük değer kazanacağını düşündüğü arsaların Türk tüccarlar tarafından da satın alınmasını ister. Ancak önerisi beklediği ilgiyi görmez. Çünkü Türk tüccarlar o dönemlerde inşaat yatırımlarına fazla önem vermemekte, üstelik söz konusu alanın değer kazanacağını da kabul etmemektedirler. Midhat Paşa bu yanlış düşüncenin önüne geçmek için şehrin önde gelen zenginlerini makamına davet ederek konuşur. Türk tüccarlara örnek olmak için de kısa bir zaman sonra arsalardan birini kendisi satın alır.

Ancak Midhat Paşa’nın arsaya büyük bir yapı konduracak kadar parası yoktur, ayrıca başı İstanbul’la iyice derttedir. Nitekim 17 Mayıs 1881 gecesi “Padişah Abdülaziz’in öldürülmesinden sorumlu olduğu” gerekçesiyle tutuklanmak istenen Midhat Paşa verdiği ani bir kararla Fransız Konsolosluğu’na sığınır. Daha sonra zamanın Adliye Nazırı İzmir’e gelerek Paşa’yı konsolosluk binasından alarak İstanbul’a götürür ve Paşa yargılanma sonrası Taif’e sürgün gönderilip öldürülür. (“Sultan Abdülaziz’in hal’i ve ölümünden mesul tutulan Midhat Paşa ve rüfekasının muhakemeye çıkarılacağı.” (BOA. Yıldız. Tahrirat-ı Ecnebiyye ve Mabeyn Mütercimliği. / 4 – 24. 3 Haziran 1881 – “Midhat Paşa’nın İzmir’de Fransız Konsolosluğu’na sığınmasıyla ilgili bazı muhaberat evrakı.” (BOA. Yıldız. Esas Evrakı. / 18 – 51. Belge Tarihi: H- 17 Cemazeyilahir 1298 – 17 Mayıs 1881 ve “Midhat Paşa’nın vefatı hakkında muhafaza memurlarının ve tabur zabıtanının Taif’ten gönderdikleri jurnaller.” (BOA. Yıldız. Esas Evrakı. / 16 – 36. 13 Mayıs 1884)

Paşa’nın “İzmir’de sürgün”e mahkûm edilen ailesi vali konağından kovulurcasına çıkartılır ve eşyaları pencerelerden atılır. Eşleri, çocukları ve yardımcıları perişan olur. Kendilerine bir ev buluncaya kadar çadırda yaşamak zorunda kalırlar. Midhat Paşa’nın arsası uzun yıllar üzerinde kurulan baraka benzeri küçük yapılarla kullanılır. Ancak 1908 yılında Meşrutiyet’in ilânından sonra yabancı bir şirket günümüzdeki “yap, işlet, devret” yöntemi gibi bir sistemle arsaya talip olur ve “Yirmi beş yıl kullandıktan sonra aileye devretmek” koşulu ile Paşa’nın arsasına bina yapmak için ruhsat alır ve “Midhat Paşa Ferhanesi”ni inşa eder. “Ferhane” ya da başka bir deyişle “berhane”; ortasındaki avlunun iki yanında çok sayıda dükkân bulunan büyük binalara denmektedir ve İzmir’de bunlardan çok sayıda vardır. Midhat Paşa’nın eşi Naime Hanım İzmir’in işgalinden bir yıl önce vefat eder ve söz konusu bina da 1922’deki büyük yangında tamamen yanarak tarihe karışır.

Midhat Paşa’nın satın aldığı Rıhtım’daki söz konusu arsa; günümüzde Pasaport iskelesine giriş kapısı ve Kantar Karakolu’nun da bulunduğu, mendirek üzerindeki yapının tam karşısına denk gelmektedir. Rıhtım’a bakan cephe genişliği 8.77 metre ve Cumhuriyet Bulvarı’na bakan cephe genişliği 8.60 metre olan arsanın iki yol arasındaki derinliği güneybatı yönündeki kenarda 41 metreyken kuzeydoğu yönündeki kenarda ise 41.90 m. uzunluktadır. Yaklaşık 365 metrekare genişlikteki arsa günümüzde Türk Telekom binasının kapladığı alan içinde kalmıştır. Söz konusu arsanın Türk Telekom’dan önce alanın sahibi olan PTT’nin mülkiyetine nasıl geçtiği ise ilginç bir konudur.

İzmir’de Midhat Paşa’nın adını taşıyan tarihi okulun öyküsüne gelince; önceleri “Islahhane” adıyla kurulan, sonraları “Sanayi Mektebi” olarak anılan bu okulların ilki Midhat Paşa tarafından Niş’te açılır. Bu okulu Rusçuk, Halep, Selânik ve İstanbul’daki benzerlerinin açılması izler. Yukarıda da belirtildiği gibi ıslahhanelerin işlevleri açısından günümüzdeki “Islah Evi” kavramı ile herhangi bir benzer yanı yoktur. Islahhaneler açıldığı yörenin sanayi hayatına da katkıda bulunması düşünülerek normal eğitimin yanı sıra öğrencilere bir “zanaat” da öğreten özel yapılı okullardır. Bu okulların belirgin niteliklerinden biri de, yine yukarıda belirtildiği gibi öğrencilerini öksüz çocuklardan seçmeleridir.

İzmir Islahhanesi kurulma çalışmalarına 1868 yılı Aralık ayında başlanır. Okula tahsis edilen binanın bulunduğu 11280 metrekarelik arazi üzerinde, daha önceleri “İzmir Sahil Sıhhiye Karantina Tahaffuzhaneleri” vardır. Yani günümüzdeki adıyla bunlar karantina binalarıdır. Bu nedenle bu binaların çevresindeki bölge de Karantina olarak anılır. İzmir Islahhanesi, Urla İskele’deki adaya nakledilen eski Karantina binalarında, İzmir merkez ve livalardan alınan otuz öğrenci ile eğitime başlayan okulun açılış merasimi 1869 yılı Nisan ayında gerçekleşir. (“İzmir’de ıslahhane küşadı.” BOA, İrade. Şura-yı Devlet. / 14 – 629. Belge Tarihi: H- 16 Muharrem 1286 – 28 Nisan 1869)

İlk ders yılında Islahhane’de bir müdür, hoca, terzi ve kunduracı ustaları ile bir hademe vardır ve beş yıllık eğitim verecek okul gelir yetersizliği yüzünden bir zaman sonra kapatılır. Arşiv belgelerinde bu sancılı dönemde dahi yine de gelir kaynağı yaratıldığı görülmektedir. Sözgelimi, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde bulunan, 11 Ağustos 1869 tarihli bir belgedeki ifadede “İzmir’de bulunan Büyük Vezirhanı’da Köprülü Fazıl Ahmed Paşa Vakfı’ndan olan dükkânın kira gelirinin; İzmir’de kurulan Islahhane idaresine tahsisi” bilgisi yer almaktadır. (BOA. 1117 – 10. Belge Tarihi: H- 3 Cemazeyilevvel 1286.)

Bu nedenle okul, hem hükûmetin yardımı hem de halkın bağışları ile 1871 yılında yeniden açılır.

Islahhaneler, varlıklarını genellikle açıldıkları şehirlerde yaşayanların bağışlarıyla sürdürmektedir. Bu İzmir’de de böyledir ve birçok kişi ya da kuruluş Islahhane’ye çeşitli yardımlarda bulunur. İzmir eğitim tarihinde halkın ve iş dünyasının ve hatta azınlıkların bu kadar çok yardım ettikleri bir başka eğitim kurumu hiçbir zaman olmamıştır. Nitekim yine okulun eğitim veremediği döneme ait, 18 Nisan 1870 tarihli bir başka belgede “İzmir’in ortasında yer alan eski Okkalesi’nin yıkılarak arsası ile taşlarının satılması ve elde edilen meblağın Islahhane için harcanması” ifadesi yer almaktadır. (BOA. Şura-yı Devlet. Maliye. / Belge Tarihi:  H- 16 Muharrem 1287)

 Buradaki “Kale taşlarının dahi okula gelir için kullanılması” da yukarıda yer alan “Yardım” açıklamasının çok açık bir belgesidir.

Bir kaç yıl sonraya tarihli bir başka belgedeki “İzmir’in vasatında atik Ok Kalesi’nin hedmile taş ve arsasının satılması ve badel masraf kalacak meblağın Islahhane’ye tahsisi” ifadesinden taşların o tarihte henüz satıl(a)madığı, ancak okula gelir olarak verilmesi düşüncesinden de vazgeçilmediği anlaşılır. (BOA. Şura-yı Devlet. Maliyeden Müdevver Defterler. / Belge Tarihi: H- 25 Rabiulevvel 1291 – 12 Mayıs 1874)

Öte yandan 7 Haziran 1873 tarihli başka bir belgede de, Balçıkhavi’de (Balçova) bulunan bir araziden sağlanan gelirin, valiliği döneminde İsmail Paşa tarafından Islahhane’ye bağışlandığı görülür. (BOA. Maliye Nezareti Emlak-i Emiriyye Müdüriyeti. / Belge Tarihi: R- 26 Mart 1289)

Bir başka örneği de Cezayir Hanı’nda görürüz. Han onarılarak, okula gelir olarak bırakılır. (BOA. Maliye Nezareti Emlak-i Emiriyye Müdüriyeti. / R- 22 Kânunusani 1290 – 3 Şubat 1875.)

1880 yılında atanıp da bir yıldan az bir zaman İzmir Valiliği görevinde bulunan Midhat Paşa’nın, ciddi bir düzenlemeden geçirdiği ve gelirini yaratıcısı olduğa okula bağladığı Balçova’daki Agamemnon Ilıcası, bu gelişmeden sonra “Hamidiye Sanayi Mektebi Ilıcası” olarak anılmaya başlar.

Yine ilk yıllarda Kadife-i Kebir çiftliğinin yarısı ve İzmir’deki satış mağazası da Islahhane’ye bağışlanır. Sözü geçen dönemde bunların yanında, Peştemalcılariçi ve Tavuk Pazarı’nda birer şerbetçi dükkânı, Mezarlıkbaşı’da üstlerinde ikişer odalı iki dükkân, Keçecileriçi’nde kalaycı dükkânı, Eski Mahkeme Önü’nde bir arsa, Narlıdere’de üç parça tarla, Büyük Vezir Hanı’nda büyük bir mağaza, Yemişçiler Çarşısı’nda Cezayir Hanı, karakol altında iki mağaza, Darağacı’nda sekiz mağaza, Ok Kalesi’nde bir mağaza ve ayrıca çeşitli yerlerde altı dükkân, bir büyük mağaza, bir lokanta ve Islahhane bitişiğinde bir dükkân da artık okulun malları ve gelirleri arasındadır. 1885 yılında, Yusuf Ziya Efendi müdürlüğünde ve 87 öğrencisi bulunan okulda, 1886 yılında “Mızıka” (Bando) bölümü kurulurken yine okula gelir getirmesi için “Padişahın onayı ile Tuzla Burnu’ndaki (Punta bölgesi) bir arsa, Islahhane’nin yönetim giderleri için” bağış olarak verilir. (Arsa için teşekkür yazısı: BOA. Yıldız Umumi. / Belge Tarihi: H- 22 Safer 1304 – 20 Kasım 1886.)

Islahhane’ye yapılan maddi yardımların yanı sıra birçok kişi de mesleğiyle ilgili kolaylıklar sağlamaktadır. Sözgelimi dönemin önemli yardımsever doktorlarından Dimitraki Efendi; yoksul ve düşkünlerin yanı sıra Islahhane öğrencilerini de para almadan tedavi etmektedir. Aynı zamanda İzmir Gureba Hastahanesi’nde de yaptığı başarılı çalışmalardan dolayı bu doktor taltif edilir. (BOA. Dâhiliye. Mektubi Kalemi. / Belge Tarihi: H- 1 Şaban 1304 – 25 Nisan 1887)

Aynı yıl, müşterilere kolaylık olması bakımından okulun terzi ve kundura atölyeleri Kemeraltı’da açılır. Üretilen ayakkabı ve giysiler çok ucuza satılmaktadır. Öte yandan Körfez’de yolcu gemisi işletme imtiyazına sahip olan Hamidiye Şirketi’nin, bu dönemde yaptığı hâsılatın yüzde on beşini okula verdiğini, “Bu nedenle diğer vergilerden muafiyet isteği” konulu belgeden anlıyoruz. (BOA. Yıldız. Askeri Maruzat. / Belge Tarihi: H- 1305 – 1888)

Kronolojik sıralama açısından yeri gelmişken bölgenin ikinci önemli yapısı olup da okul ile de bina kullanımı açısından ilişkisi olan Askeri Hastane’den de söz etmek gerekir. İzmir sağlık tarihinde üç Askeri hastane görülmektedir. Bunlardan ilki Sultan II. Mahmud’un teşviki ile Sarıkışla’nın yapımı sürecinde, birlikte tamamlanması düşünülen hastanedir. Ancak yapılan keşiflerde “Kışla yanında hastane için düşünülen zeminin dolgu olması nedeniyle sağlam olmadığı” görülüp, durum bir raporla kayda alınır ve hastane için yeni bir bina aranmaya başlar. Bulunan yarı ahşap bina, Fes Nazırı olan Kâtipzade Mustafa Efendi’ye ait ve o dönemde tuzhane olarak kullanılan yapıdır. Kâtipzade Mustafa Efendi’nin bina ve müştemilatını devlete bağışlaması üzerine, onarıma alınan yapı 1829 yılı Ekim ayında Askeri Hastane olarak hizmete girer. Ancak bu yapı 1840 yılında hastane olarak kullanılmaktan vazgeçilip, Bornova Körfezi’nin yavaş yavaş dolmaya başlaması nedeniyle zorunlu olarak Mortakya’dan, bu bölgeye taşınmak zorunda kalan Karantina idaresine tahsis edilir. Karantina idaresinin yeni binaları 1846 yılında inşa edilinceye kadar da bu kurum tarafından kullanılır.

Öte yandan, 1846 yılında ve hizmete girmesinin üzerinden henüz yirmi yıl bile geçmemişken, özellikle temelsiz olarak inşa edildiği zeminden kaynaklanan sorunlar yaşamaya başlanan Sarıkışla’nın onarımı için yapılan yazışmalarda, İstanbul’dan “Kışla’nın tamirinin zor olacağı ve yeni bir kışlanın, hastane ile birlikte inşa edilmesinin daha doğru olacağı” görüşü gelir. Kışla maliyeti için yapılan keşif hesaplamalarında çıkan rakamların yüksek olması sonucu, sadece hastane yapılmasına karar verilir. Kışla’nın yanındaki talimhane alanında yapılması düşünülen hastane binası için yıkılması gereken duvarlar ve yine zeminden kaynaklanan sorunlar sonucu, burada hastane yapılmasından bir kez daha vazgeçilip, en uygun yer olarak Karantina bölgesi düşünülür.

Ancak ilk Askeri Hastane binası oldukça yıpranmış ve çürümüştür. 1865 yılında Karantina tesisleri içindeki bazı odalar yeniden düzenlenir ve Askeri Hastane ikinci kez burada hizmete girer. Bu hastane 1886 yılından itibaren de Islahhane’nin zemin katını da kullanmaya başlar. Ancak hizmet için bu alanlar da yeterli gelmeyince, Kâtipzadeler’e ait eski köşk yıktırılarak kazanılan alanda, 1885 yılında inşasına başlanan 118 yataklı ve modern donanımlı yeni hastane, dönemin valisi Halil Rıfat Paşa’nın büyük çabası ve Sultan II. Abdülhamit’in de bağışıyla 1891 yılı Mart ayında, Sultan’ın doğum gününe denk getirilerek törenle açılır. Bu hastanenin karşısında, caddenin deniz kıyısında yer alan ve inşaatına hastane binası ile birlikte 1895 yılında başlanan ahşap bir karakol binası da vardır. (İbrahim Câvid “Aydın Vilâyet Sâlnâmesi R. 1307 – H. 1308”, Sayfa: 90. Türkiye Belediyeler Birliği, Ankara, 2010)

Bu karakol, semtteki İzmir İdadisi Konak’ta yeni yapılan binasına taşınınca, boşalan binaya geçer ve söz konusu ahşap yapı, hastaneye bağlı doğumevi pavyonu olarak hizmet vermeye başlar. Bu pavyon 4 Aralık 1951 tarihinde elektrik kontağından yanarak yok olur.

Askeri hastane yaklaşık seksen yıl hizmet verir. Ancak yıllar içinde hastanenin, özellikle yatak kapasitesi açısından yetersiz kalması yeni bir hastane binasının aranmasına neden olur. Yapılan çalışmalar sonucu uygun yapının Hatay semtinde, Arap Çeşmesi mevkiinde bulunan kışla binası olduğuna karar verilir. Bu yapı 1942 yılında İzmir Hapishanesi olarak inşa edilir, ancak bu amaçla kullanılmayarak bir dönem boş kalır. Daha sonraları Öğretmen Okulu olarak kullanılması da düşünülürse de, Konak’ta bulunan Sarı Kışla’nın yıkılması karşılığında İzmir Belediyesi tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine devredilir. Bu nedenle 1954 yılından itibaren yeni kışla olarak kullanılmaya başlanan yapı 1971 yılında yapılan çalışmayla hastane binası olarak düzenlenir ve Askeri Hastane bu yapıda hizmet vermeye başlar. Ana yapıyı, sonraki yıllarda ek olarak yapılan birçok başka bina çevreler.

Öte yandan 1890 yılı gelindiğinde Islahhane; 1 Müdür, 1 İdare Memuru, 13 Öğretmen, 14 Usta ve 257 öğrencisi ile Aydın Vilâyeti’nin öğretmen sayısı en çok olan okulu olur. Ayrıca, şehirde okula yardım etkinlikleri geleneği de sürmektedir. Rıhtım’daki Alamira Bahçesi’nde, Fransız Gösteri Topluluğu tarafından sahnelenecek tiyatro eserleri “Islahhane yararına” oynanır. 4 Mayıs 1887 tarihinde oynanan temsilin biletleri bir çeyrek Osmanlı lirasıdır. İngiliz Eczanesi, okula 60 Mecidiye tutarında ilaç bağışlar. Kramer Birahanesi sahibi Mösyö Kramer hemen her yıl kazancından 4000 kuruşu bağış olarak ayırıp bunu sekiz parçaya bölerek okullara dağıtır. Bu dağıtım içinde Islahhane’ye de her yıl 500 kuruş verilir. Petit Marseilles gazinosu sahibi Mösyö Giullaime da 1890 yılında Islahhane’ye 20 Mecidiye bağışta bulunur. Aynı yıl 9 Kasım tarihinde, yine okula yardım sağlamak amacıyla, Vali Halil Rıfat Paşa tarafından bir at yarışı düzenlenir. Bu yarışı Hüsnü Efendi’nin atı olan Şahmerdan birinci olarak bitirir.

1890 yılı sonlarında, Islahhane mızıkasının fotoğraflarını gören II. Abdülhamid, onları Musıka-yı Hümayun Kışlası’nda misafir edilmek üzere İstanbul’a davet eder. Islahhane Nazırı Süleyman ve Müdür Fehmi efendiler, mızıka heyeti ile birlikte 1891 yılı Ocak ayında İstanbul’a gider ve çeşitli konserler verir. Bunların bir tanesini saraydan izleyen Padişah’ın talimatı ile Mekteb-i Sanayi Müdürü Fehmi ve mızıka muallimi Ahmet efendilere dördüncü ve hanende muallimi Santık (Santo Şikari) Efendi’ye beşinci rütbeden Mecidi Nişanı verilir. (BOA, İrade. Dahiliye. / Belge Tarihi: H- 14 Cemazeyilahir 1308 – 25 Ocak 1891)

Günümüzde okulun ana binası olarak kullanılan büyük yapının inşasına ise “Mektebi Sultanî” olması amacıyla başlanırsa da, 1881 yılında tamamlandıktan sonra öğrenci ve ödenek yokluğu nedeniyle uzun zaman kapalı kalır. Zeminden yüksekliği on dört metre olan binanın, Islahhane’ye tahsisi için, okul bandosunun Sultan’ın huzurundaki konserdeki başarısından etkilenen Vali Halil Rıfat Paşa tarafından İstanbul’a yazılan bir yazı ile “Karantina semtinde Mekteb-i Sultani olmak üzere yapılıp açılmayan binanın Sanayi Mektebi yapılarak Mekteb-i Sanayi-i Hamidi adı verilmesi” önerilir. (BOA. Yıldız, Mütenevvi Maruzat. / Belge Tarihi: H- 19 Cemazeyilevvel 1308 – 31 Aralık 1890)

Öneri, onaylanır ve muhteşem bina Islahhane’ye tahsis edilir. Dokuz yıl boyunca kapalı kalmasından dolayı yaşadığı yıpranma nedeniyle hemen onarıma alınan binayı, Halil Rıfat Paşa, yanında Defterdar-ı Vilayet Namık Bey, Defter-i Hakani Müdürü ve Islahhane Nazır-ı Fahrisi Süleyman bey ve Mektub-i Vilayet Ali Beyler bulunduğu halde denetler. Bu arada yeni bir gelir kaynağı olarak düşünülen “Sanayi Mektebi Yararına Piyango” düzenlenir. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / Belge Tarihi: H- 2 Recep 1308 – 11 Şubat 1891)

Bu piyango ilerleyen yıllarda günümüzün Milli Piyango’sunun temeli olacaktır. Onarım ve eksikler tamamlandıktan sonra, İzmir Islahhane’si 24 Haziran 1891 tarihinde yeni binasına taşınır.

Camiye gelince, Karantina semtinde iki cami bulunmaktadır. Bunlardan öyküsünü bir sonraki bölümde anlatacağımız Manifaturacı Hüsnü Ataberk Camisi tepede yer alırken, ikincisi olan Hamidiye Camisi ise deniz kıyısında bir noktaya inşa edilir.

“Karantina Camisi”, “Küçükyalı Camisi” ya da “Mithatpaşa Camisi” olarak da anılan caminin yapımı, sayısız araştırmaya göre dönemin İzmir Merkez Komutanı olan Hacı Osman Hilmi Paşa tarafından başlatılır. Hacı Osman Hilmi Paşa, Karşıyaka Soğukkuyu’da, Zübeyde Hanım’ın mezarının da bulunduğu Ferik Osman Paşa Camisi’nin banisidir.

Ancak Osman Paşa’nın ölümü üzerine yarım kalan inşaatın tamamlanmasını sağlamak isteyen eşi Belkıs Hanım, durumu saraydaki kız kardeşi aracılığı ile Sultan II. Abdülhamit’e iletir ve Padişah’ın talimatıyla caminin eksikleri tamamlanarak, eser ibadete açılır. Çoğu yerde rastladığımız bu bilginin kaynağı çok değerli bir eserdir. (Münir Aktepe “İzmir Yazıları”, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını, Sayfa: 66, Ekim 2003)

Öncelikle belirtmeliyiz ki cami iki aşamada tamamlanmıştır. İkinci aşamada tamamlanan bölüm minaredir. Bazı kaynaklar kubbe inşaatının da yarıda kaldığınız belirtmektedir. Ancak cami ile ilgili diğer belgeler “tamamlanma” bilgisinin Aktepe’nin aktardığı gibi olmadığını göstermektedir. Çünkü Hacı Osman Hilmi Paşa’nın ölümü ile caminin tamamlanması ile ilgili tarihlerde çok önemli fark vardır.

Yarıda kalan caminin tamamlanması ile ilgili kayıtlara baktığımızda Halil Rifat Paşa’nın 1889 yılı Mayıs ayında İzmir’e ikinci kez vali olarak atanır atanmaz caminin inşaatıyla ilgilendiği hakkında kayıtlara geçen konuyla ilgili açıklama önemlidir: “… Karantina’da,  inşâsına başlandığı halde çend-senedir nâ-tamam kalmış olan câm’i-i şerîfin itmâmı emrinde…” (İbrahim Câvid “Aydın Vilâyet Sâlnâmesi R. 1307 – H. 1308”, Sayfa: 90. Türkiye Belediyeler Birliği, Ankara, 2010)

Bu ifade Paşa’nın atanma tarihinde cami inşasının yarıda kalmış olduğunun önemli kanıtlarından biridir. Bunun yanı sıra Hizmet Gazetesi’nde yer alan bir haber önemlidir: “Karantina’da, Mekteb-i Sanayi karşısında inşa edilmekte olan cami tamamlanmıştır. 24 Aralık 1891 Perşembe günü açılması kararlaştırılmıştır.” (Hizmet. 23 Aralık 1891, Sayı: 512)

Öte yandan açılıştan kısa zaman sonra da camiye Hamidiye adı verilir. (“İzmir’in Karantina Mahallesi’nde inşa edilen camiye padişahın isminin verilmesine izin verildiği.” BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 1911 – 52. 14 Ocak 1892)

Caminin 1891 yılı sonunda tamamlanıp hizmete girmesine karşın yukarıda söz ettiğimiz yaygın açıklamalarda belirtilen “Osman Paşa’nın ölümü üzerine yarım kalan inşaatın tamamlanmasını sağlamak isteyen eşi Belkıs Hanım” bilgisinin doğru olması imkansız görülmektedir. Çünkü Osman Paşa’nın vefat tarihi, mezar taşında yazan bilgiye göre 23 Şubat 1901 tarihidir. (“İrtihâlinde yazıldı bu mücevher tarih, Ola Cennetle mükerrem Hacı Osman Paşa. 4 Zilka’de 1318.”)

Paşanın uzun zaman İzmir Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Basmane’deki Agios Voukolos bahçesinde bulunan lahdi müzenin taşınması ile birlikte Agora Ören Yeri’ne nakledilmiştir. Demek ki caminin yapımı tamamlandığında Osman Paşa sağdır ve eşini kaybeden bir Belkıs Hanım bulunmamaktadır.

Bu durumda Halil Rıfat Paşa’nın eksik olan inşaatı hangi kaynakla tamamladığı belirsizdir. Öte yandan bazı kaynaklarda inşaat ile Sâlebcizade Hacı Ahmed Efendi’nin ilgilendiği belirtilmektedir. (Raif Nezihi “İzmir Tarihi”, Sayfa: 12, İzmir 1927)

Cami, 1934 yılında gördüğü onarımda betonarme olarak yenilenir. 1957 yılında minare külahının yıkılmasından sonraki onarımda ise son cemaat yeri camekanla çevrilir. Bostanlı’da bulunan Beşikçioğlu Camisi yapılıncaya kadar İzmir’in deniz kıyısındaki tek Camisi olmuştur.

İlk inşa sırasında eğri olan minare, Cumhuriyet döneminde sökülerek minareci Topal Hasan Usta tarafından aynı taşlarla yeniden örülmüşse de eski temel çıkışına uyulduğu için yine eğri olur. Bu arada “Hamidiye” adı Vali Kazım Dirik döneminde “Karantina Camisi” olarak kullanılmaya başlar.

Öte yandan Sanayi Mektebi, yeni adıyla yeni binaya taşınıldıktan sonra uygulamalı derslere “Halıcılık”, “Demircilik”, “Dökümcülük”, “Terzilik” ve “Matbaacılık” eklenir. Aynı yıl Defterdar Namık Bey’in özel çabasıyla okulun karşısında bulunan ve denizin doldurulmasıyla elde edilen arsaya, bir halk bahçesi yapılması kararlaştırılır. Bu arsanın etrafını çeviren duvarlar İzmir’in tanınmış tüccarı Tahmincioğlu İlko Efendi tarafından inşa ettirilir. (Hizmet, 18 Kasım 1891, Sayı: 502)

Bu arada Aydın Valiliği “Okulun karşısında, halkın yardımlarıyla doldurulmakta olan alanın, okula gelir olarak tahsis edilmesi” ile ilgili karar alır. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 29 Haziran 1891)

Bir yıl sonra bu bahçenin önüne geliri okula kalmak üzere deniz hamamları da inşa edilir. 15 Haziran 1892 tarihinde açılan plaj, yerinin güzelliği ve denizinin berraklığı nedeniyle halkın oldukça ilgisini çeker. (Hizmet, 2 Temmuz 1892, Sayı: 565)

Bu deniz hamamlarına Hamidiye Şirketi vapuruyla gidecek olanlara, gidiş-geliş ücretiyle beraber deniz hamamları dâhil olmak üzere 6 metelik bilet verileceği okul müdürü tarafından ayrıca duyurulur. (Hizmet, 19.07.1892, Sayı: 569)

Bu arada 8 Ekim 1892 tarihli irade ile de söz konusu “Bahçe ile müştemilatının, padişahın uhdesine ilave ile gelirinin Hamidiye Sanayi Mektebi’ne ihsan buyrulduğu” bildirilir. İzmirlilerin okula yaptıkları yardımlar Sanayi Mektebi olduktan sonra da kesilmez. Bunların bazıları arşiv belgelerinde de kayıtlıdır. Sözgelimi, yeni binaya nakil olduktan kısa zaman sonraya ait “Balçova’daki ılıcanın civarındaki Yenikale bataklığının kurutulup, gerekli tesislerin inşasıyla ihaleye verilerek, sağlanacak gelirle Sanayi Mektebi bütçe açığının bir kısmının kapatıldığı” ve “Bütçe açığının tamamen kapatılarak, okulun eksiklerini tamamlamak üzere ılıcadan sahile kadar olan yol üzerine tramvay yapılması için piyango çekilişine ve de ılıca ile okula Hamidiye adının verilmesine” yazılı belgeden, okula ve ılıcaya Hamidiye adının bu tarihten sonra verildiği anlaşılır. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 18 Ağustos 1891)

1891 yılında yapılan bağışlar içinde Hacı Ali Paşazade Sadık Efendi ile Tire eşrafından Mehmet Seyid Efendi tarafından, Göztepe yakınlarındaki kırlık alanda okul öğrencilerine ziyafet verilerek, her öğrenciye de bir çeyrek mecidiye harçlık armağan edilir. Bunun yanı sıra, bu dönem okul ayrıca yapılan yardımlar arasında; tüccar İsmail Abidin Efendi tarafından pirinç, yine tüccar Tellizade Todoraki Efendi tarafından hoşaflık razaki üzümü, Arabacızade Tahir Efendi tarafından her gün bir küfe taze meyve, tüccar Mehmet Sadık Efendi tarafından yine hoşaflık kuru üzüm ve okulun bir yıllık ihtiyacı olan kömür bağışlanması ya da Denizli Sancağı’na bağlı Karaağaç’tan Abdülmümin Ağazade Ahmet ve Tosun Ağa ile kardeşleri Halil Bey’in öğrenci ihtiyaçları için 1000 kuruş ve Saruhan Müdde-i Umumisi eski muavini Reşad Bey’in maaşından 1500 kuruş bağışlamaları örnek olarak sayılabilir.

Bu dönemde “Kaliçe” adıyla açılan “Halı” şubesinin Gördes ve Kula’da iki de destgahı bulunmaktadır. Sonradan açılan çorap, çulha ve kaliçe atölyeleri doğrudan okul hesabına işletilmektedir. Kunduracı, marangoz, demirci, dökmeci, terzi atölyelerinin tüm işleri kâr ve zarar da kendilerine ait olmak üzere, çarşıda esnaflık yapan bir usta aracılığı ile pazarlanmaktadır. Çoraphanede üretilen çoraplar Avrupa malları ayarındadır. Askeriyenin her tür elbisesi de okul terzihanesinde dikilmektedir.

Sanayi Mektebi, her ne kadar yeni ve büyük bir binada eğitim vermekteyse de, yeni açılan ve açılacak bölümlerin özellikle atölye ihtiyacı için, okul yöneticileri boşaltılan eski Karantina binalarını da okula kazandırmak istemektedir. Bu nedenle 1892 yılı sonbaharında istekte bulunurlar. Ancak alınan bir bir karar bu isteğin o günler için ertelenmesine neden olur. Konu İzmir’de köle ticaretinden kurtarılan Afrika kökenli zencilerin barınmaları ile ilgilidir. “Zenci esirlerin ikametleri için İzmir’deki eski sanayi mektebi binasının misafirhane yapılması ve iaşeleri için tahsisat çıkartılması” kararı uygulamaya alınır ve söz konusu yapı misafirhane olarak kullanılır. (BOA. Bab-ı Âli Evrak Odası. / 27 Eylül 1892)

Hamidiye Sanayi Mektebi öğretmenleri ve öğrencileri birçok zaman madalya ile ödüllendirilmişlerdir. Bunların ilki okul doktorluğu görevini fahri olarak sürdürmesinden dolayı terfi ettirilen, İzmir Hamidiye Askeri Hastahanesi Baştabibi Binbaşı Mustafa Efendi’dir. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 11 Nisan 1893)

Okulun yeni binaya taşınmadan önce kullandığı Karantina İdaresi eski binasının, Askeri Hastane cephesini kapatan bir kısmı 1894 yılı Nisan ayında yıkılarak kazanılan alana bir havuz yapılır ve ağaç dikilir. Bu arada eski bina ise önce zenci göçmenlere misafirhane olarak tahsis edilirken, birkaç yıl sonra Girit göçmenlerine de tahsis edilecektir.

Okul şehirde yarattığı etkinliklere bir zaman sonra “Kayık yarışları”nı da ekleyecektir. İzmir’de bu konuda ilk yarışlar 20 Haziran 1892 tarihinde, İzmir Avcı Kulübü tarafından düzenlenir. Bu yarışlar Rıhtım önünde ve karaya paralel bir kulvarda gerçekleşmektedir. Bu yarışa dönemin İzmir Valisi Abdurrahman Nureddin Paşa da katılır. Yarışan tekneler dört kürek ve dört kürekçi ile bir dümenciden oluşmaktadır. İşte bir dönemin geleneği olan bu yarışlar, 1894 yılında Hamidiye Sanayi Mektebi tarafından, okul önüne gelen kıyıda düzenlenir. Bu yarışları kazananlara genelde altın saat gibi değerli armağan verilirken, diğer dereceye girenlere de gümüş armağanlar verilmektedir.

1895 yılı Mart ayında İptidai (İlköğretim) dersleri vermek üzere açılan şube ile okulda eğitim süresi yedi yıla çıkar. 1896 yılında kuramsal derslere “Arapça”, “Farsça”, “Türkçe”, “Hendese” (Geometri), “Tarih” ve “Coğrafya” eklenir. Bu dönemde okulun sanayi kısmına yaşı sadece 12 ve 13 olan öğrenciler alınmaktadır. 1897 yılında “parasız-yatılı” öğrenci kadrosu iki yüze çıkarılır ve 1890’ların sonunda beş yıllık eğitim veren okulun Türk, Rum ve Yahudilerden oluşan öğrenci sayısı üç yüzü bulur. Bu dönemde okula gelir için tahsis edilmiş olan birkaç han, otuz kadar dükkân ve mağaza, bir çiftliğin yarı hissesi ile Balçova’daki ılıca ve Belediye gelirlerinin %2’si harcamaları karşılamaya yetmediği için zamanın İzmir Valisi Abdurrahman Nureddin Paşa öncülüğünde piyango çekilişi düzenlenir. Bu piyango, Mehmet Kâmil Paşa döneminde de yinelenir ve buradan gelen kazanç ile hem okulun harcamalarının karşılanması, hem de Guraba Hastanesi’nin (Devlet Hastanesi) eksiklerinin tamamlanması sağlanır. Bu dönemde Balçova ılıcaları yakınında bazı girişimcilerin genele açık hamamlar yapılması için başvurdukları ruhsat talepleri okulun gelirini etkileyeceği düşünülerek geri çevrilir. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 27 Ağustos 1898)

Ancak bu tekliflerden birinin sahibi Mösyö Miel’in okulun arkasındaki alanda bir otel ve hamam yapılması önerisine sadece hamam yapılması izni çıkar ve bu kişi tarafından hamam inşa edilir. (BOA. Bab-ı Âli Evrak Odası. / 3 Ekim 1898)

Bir yıl sonra okulda gönüllü terzilik yapmakta olan Karabet Efendi bu nedenle “İftihar Madalyası” ile taltif edilir. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 21 Şubat 1899)

Eski Karantina binalarında ise bu dönemde Girit’ten gelen muhacirler barındırılmaktadır. (BOA. Yıldız. Kâmil Paşa Evrakı. / 25 Şubat 1899)

Okulun müdürlüğünü ise, okul tarihinin en tartışmalı kişisi ve sarayın da jurnalcilerinden biri olduğu anlaşılan Ahmed Es’ad Efendi yapmaktadır. Bu kişinin adı arşiv belgelerinde zaman zaman “Okul Müdürü” olarak gösterilirken bazı belgelerde de “Okulun Fahri Nazırı” olarak söz edilmektedir. 1899 yılında düzenlenen piyangonun geliri ile çamaşırhane, tuvaletler, yemekhane ve üstündeki marangozhane inşa edilir. 1902 yılındaki piyango geliri ile de okul önündeki dükkânlar inşa edilecektir.

1900 yılında Marangozluk öğrencilerinden Behlül, Bayram ve Süleyman Efendiler ile marangoz ustası İspiro Efendi’ye başarılarından dolayı “Sanayi Madalyası”  verilir. Bunun nedeni İstanbul’da Sultan’a gönderilen ve içlerinde okul binası şeklinde ahşap bir de dolabın bulunduğu çeşitli mobilyanın çok başarılı bulunmasıdır. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 26 Ekim 1900)

Bu haber memnunluk yaratırken birkaç gün sonra patlak veren bir yolsuzluk olayı sıkıntı yaratır. Dönemin İzmir Valisi Mehmet Kâmil Paşa’nın oğlu Said’in adı Sanayi Mektebi Piyangosu bilet satışında yapılan yolsuzluğa karışır. Olay sadece yolsuzlukla kalmamakta ve Kordon’da açılan umumhanelerden rüşvet alınması da dâhil olmak üzere farklı noktalara da gitmektedir. (BOA. Yıldız. Arzuhal Jurnal. / 5 Kasım 1900)

Bu yolsuzluk olayına da bir şekilde adı karışan Ahmed Es’ad Efendi de görevinden alınır ve 1901 yılında okulun müdürlük görevinde Mehmed Nuri Efendi’yi görürüz. Ancak “Haksız yere görevden alındığını iddia ederek, görevden alınış sebebini ve bir an önce mahkemesinin sonuçlandırılması” için telgraf çekerek başvuruda bulunan Ahmed Es’ad Efendi’nin bu dilekçeye unvan olarak “İzmir Mektebi Sanayi Fahri Müdürü” yazması dikkatleri çeker. Kısa zaman sonra da söz konusu hırsızlık iddiası için tahkikat komisyonu kurulur. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 11 Ağustos 1901)

1891 yılında düzenlenen ilk piyangonun geliri okulun bütçesinde rahatlama sağladığı için, Viyana’dan Viktor Callea adlı bir de müzisyen getirtilir. Flütist Callea, okulun mızıka takımında nefesli çalgılar grubu ile de ilgilenmeye başlar. Ancak bandonun gelişmesi 1895 yılında okuldan mezun olan ve bir tür küçük trompet diyebileceğimiz büğlü çalan İsmail Zühtü ile başlar. 

Bu sıralar Torbalı’da, ülkemizdeki ilk at yarışları olarak düzenlenen Sultanî Koşuları’na İsmail Zühtü yönetimindeki Sanayi Mektebi Bandosu da çağrılı olarak katılmakta ve orada konser vermektedir. Böyle bir yarış günü Torbalı’dan trenle Alsancak garına dönen bando, yürüyüş halinde ve Kordon yoluyla okula giderken beklenmedik anda önlerine dikilen bir adam yollarını keser ve bandoyu durdurur. Bu kişi yukarıda da sözü edilen ve büyük olasılıkla İstanbul’dan hafiye olarak görevlendirilen Ahmed Es’ad’dır. İsmail Zühtü’den “Marş-ı Sultani’yi çaldırmasını” ister ve sözünü tamamlar tamamlamaz da oturmakta olduğu kafeye döner. Amacı, o anda kafede oturmakta olan yabancılara hava atmaktır. İsmail Zühtü bir an duraklar gibi olursa da kesin kararını verir ve “Marş marş” komutuyla bandoyu yeniden harekete geçirir. Bu davranış üzerine çok sinirlenen Ahmed Es’ad yerinden fırlayarak İsmail Zühtü’nün önüne geçer ve “Marşı neden çaldırmadığını?” sorar. İsmail Zühtü de “Bandonun uluorta konser veremeyeceğini ve hele Marş-ı Sultani’nin yabancıların önünde çalınmasının doğru olmadığını” ekler ve yürümesini sürdürür. Sinirlenen Ahmed Es’ad, yüzüne bir tokat attığı İsmail Zühtü’ye bağırarak “İşinden kovduracağı” tehdidinde bulunur. İsmail Zühtü oralı olmaz ve adamın dileğini yapmayarak bandosu başında okula döner.

Ancak Ahmed Es’ad dediğini yaptırır ve İsmail Zühtü görevlerinden uzaklaştırılırarak okulda üretilen malzemelerin satıldığı mağazaya memur olarak atanır. Sanayi Mektebi Bandosu şefliğine de flütist Victor Callea getirilir. Bu olay hassas ruhlu İsmail Zühtü’yü çok üzer ve kendisinin daha iyi bir müzisyen olduğunu belirterek okul yönetiminden göreve iade edilmesini ister. Ancak olumlu yanıt alamaz. Bir gün, beklenmedik bir olay bu sorunun ortadan kalkmasına neden olur. Aslında pek fazla nitelikli bir müzisyen olmayan şef Callea eksikliğini hissettiği armoni bilgisini ilerletmek için İsmail Zühtü’den özel ders almak ister. Teklif kabul edilince de birlikte çalışmaya başlarlar. Ancak haber yayılır ve durumu öğrenen okul yönetimi yapılan yanlışı anlayarak İsmail Zühtü’yü görevine iade eder. İzmir Sanayi Mektebi Bandosu yoğun bir çalışma sonucu kısa zamanda şehrin en önemli müzik grubu haline gelir ve başarısı İstanbul’dan da duyulur. İsmail Zühtü’nün gerektiği parçalarda büğlü de çaldığı bando, Gymnasie Club’dan, Fransız Konsolosluğu bahçesine; İzmir’deki hemen tüm okul törenlerinden, her türlü resmi karşılamaya sürekli çağrılan tek topluluktur.

Bu arada bir zaman sonra da Callea’nın kardeşi Alfred de İzmir’e gelir ve Kışla’ya bağlı askeri bandonun yöneticisi olur. Alfred ve Viktor Callea, birkaç yıl sonra, başarılarından dolayı Beşinci Dereceden Mecidi Nişanı ile ödüllendirilirler. (BOA. Yıldız. Kâmil Paşa Evrakı. / 28 Ağustos 1901)

Bu arada sürdürülen soruşturmayı tamamlayan komisyonun hazırladığı rapor sonucu “Okulun eski Nazırı Ahmed Es’ad Bey’in, okul yararına düzenlenen piyangodan çıkar sağlaması nedeniyle” hakkında dava açılır. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 15 Şubat 1902)

1901 yılında verilen derslere “Fransızca” da eklenir. Bu dönemde okulda önemli değişiklikler yaşanır. Fahri Nazır Zühdü Bey zamanında okulun yönetim kadrosu değiştirilir. Yönetim şekli, sanayi ve ders programlarında da yenilikler yapılır. Müdür Tahir Raci Efendi tarafından hazırlanan 175 maddelik okul talimatnamesi valilik makamına sunulur. 83 maddelik bir başka talimatname de 1901 yılında dönemin okul Fahri Nazırı Asım Bey tarafından hazırlanır. Aynı dönemde Tarihi Çarşı Bölgesi’nde yer alan Acem Hanı’nın da okula tahsisli olduğu ve kira gelirinden yararlanıldığı arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Burada sözü edilen programla ilgili düzenleme çalışmalarına karşın okuldaki eğitim bir türlü nitelikli bir düzene girmez. Bu durum 1915 yılına kadar sürer. O yıl okulun müdürlük görevine atanan, İzmir Milli Kütüphane Müdürü Sezai Bey, zaman geçirmeden ilk ve orta eğitimi içeren dokuz yıllık bir ders programı ile bir iç nizamname hazırlayarak, okulun, valilik gözetiminde, Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne bağlanmasını sağlar.

1903 yılına gelindiğinde okulda matbaa hurufatının da imal edildiği görülür. Sözgelimi o dönemde henüz Selânik’te basılmakta olan Asır ve İzmir’de basılan Ahenk ve Hizmet gazeteleri matbaaları için Mekteb-i Sanayi’de yapılan Türkçe harfler gönderilir. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 16 Temmuz 1903)

Sanayi Mektebi Piyangosu 1904 yılında da düzenlenir.

Bu yıl içinde okul ve Guraba Hastanesi’ne gelir amacıyla, İzmir Valiliği bir kumpanyadan üç gemi birden alır. (BOA. Yıldız. Mütenevvi Maruzat. / 25 Eylül 1904)

Ancak bu hareket İstanbul’dan onay görmez ve söz konusu gemilerin “Hemen mahallerine gönderilmeleri” istenir. (BOA. Yıldız. Kâmil Paşa Evrakı. / 2 Kasım 1904)

1 Eylül 1905 tarihinde okul binasının bitişiğinde alt katı yemekhane ve üst katı yatakhane olarak inşa edilen yeni bina hizmete girer. Aynı yılın sonunda okul adına düzenlenen piyangoya hükûmetten farklı müdahaleler gelir. O yılın piyangosu Sanayi Mektebi ile İzmir Yahudi Mektebi yararına düzenlenip, gelirin bir bölümü Alliance Israelite adlı Yahudi kuruluşuna bırakılmaktadır. İstanbul’dan gelen uyarı ile bu gelir Hicaz Demiryolu ve İzmir Gurabâ Hastanesi yararına dönüştürülür. (BOA. Yıldız. Kâmil Paşa Evrakı. / 29 Aralık 1905)

Kısa zaman sonra bu kez “Göçmenler için Ziraat Bankası tarafından düzenlenen piyango ile İzmir, Selanik ve Bursa Sanayi Mektepleri ile İzmir Yahudi Mektebi adına düzenlenen piyangolar”ın tamamı yasaklanır. (BOA. İrade. Hususi. / 25 Mart 1906)

İki yıl sonra alınan yeni bir kararla da İzmir’de Sanayi ve Yahudi mektepleriyle, Selanik Mektebi piyangolarının yasaklanırken, göçmenlerin masraf ve barınmaları için Ziraat Bankası tarafından düzenlenen piyangoya geçici olarak izin verilecektir. (BOA. İrade. Ticaret ve Nafia. / 11 Nisan 1906)

Okulun çeşitli başarıları nedeniyle madalya ya da ödül alma geleneği içinde 1906 yılında öğrencilerden İsmail Efendi ile birlikte on altı öğrencinin Sanayi Madalyası almasını görmekteyiz. (BOA. İrade. Taltifat./ 29 Aralık 1906)

Bu söz konusu madalyanın tarihinde oldukça yüksek bir sayıdır. Bir yıl sonra ise okul müdürlüğü görevine, o dönemde (her nedense) okulun bağlı olduğu Orman Nezareti tarafından Necib Efendi atanır. Ancak bu atamaya karşı olan Ahenk Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ali Bey’in gösterdiği yoğun muhalefet uzun zaman İzmir’de günün konusu olur.

1908 yılına gelindiğinde okulda eğitim gören 264 öğrenci arasında 27 Rum ve 1 de Yahudi öğrenci vardır. Bu yıl içindeki önemli gelişmelerden bir tanesi okula ek atölye binalarından bir bölümünün daha inşaatlarının tamamlanması ve 5 Mart 1908 tarihinde törenle açılmasıdır. Aynı yıl Temmuz ayı başında okul bahçesinde yazlık bir sinema açılır. Okula gelir getirmesi için açılan sinema, yalnız kadın izleyicilere mahsustur. Yine bu yıl okul, atelyelerinde ürettiği pullukları satışa çıkarır ve hatta Bergama’da bir de acente sağlar.

1909 yılı okulun yeni bir atılım yaşadığı yıl olur ve okulda ilk kez Mekteb-i Sanayi adıyla bir gazete çıkarılmaya başlar. Bu hareket kendi alanında önemli bir adımdır. Bu arada bir şikayet sonucu görevden alınan dönemin okul müdürü Hasan Efendi’nin haksızlığa uğradığı anlaşılır ve mağduriyetin giderilmesi için irade çıkarılır. (BOA. Dahiliye. Mektubi Kalemi. / 3 Şubat 1909)

Aynı yılın sonuna doğru okulun adı, bir türlü bitmeyen yolsuzluk skandallarından birine daha karışır. Okuldaki sandıkta Başkatip olan İbrahim ile Sandık Emini Avni efendilerin yolsuzluk yaparak zimmetlerine para geçirdikleri anlaşılır ve haklarında dava açılır. BOA. (Şura-yı Devlet. / 5 Eylül 1909)

Bir yıl sonra okul yönetimi önceki yıllarda okula önemli katkısı olan piyangoyu bir kez daha hayata geçirmeye karar verirse de bu karara İzmir Belediyesi’nden itiraz gelir. (BOA. Şura-yı Devlet. / 6 Mart 1910)

Bu dönemde Balkanlar’da bir türlü bitmeyen karışıklıkların tekrar başlaması üzerine iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi, bölge halkını sakinleştirmek ve yeniden devlete kazandırmak ümidiyle kısa zaman önce tahta oturmuş olan Sultan V. Mehmed’i Rumeli gezisine çıkarırlar. Sadrazam ve bazı hükümet üyelerinin de katıldığı ve 5 – 26 Haziran tarihleri arasındaki gezide ilk önemli durak Selânik’tir. Gezi bölge halkına Osmanlı Devleti’nin gücünü göstermek amacı taşıdığından çok görkemli olması istenir. Selânik’e davet edilen çok sayıda bando arasında, başarılarından dolayı İzmir Sanayi Mektebi bandosu da vardır. Okul bandosunun başında Selânik’e giden İsmail Zühtü, burada özel olarak Selânik Marşı’nı besteler ve marşı çok beğenen Sultan Reşat bestecinin ödüllendirilmesini ister. Kısa zaman içinde kendisine verilmesi uygun görülen Sanayi Madalyası İzmir’e ulaşır. (BOA. Dahiliye. Mütenevvi. / 22 Haziran 1911)

Böylelikle okulun Musiki Muallimi ve Bando Şefi İsmail Zühtü Bey de bu madalyayı alan öğretmenler arasına adını yazdırır. İki yıl sonra ise bu kez okula, İzmir Sultanisi ve İzmir Musevi Musika Cemiyetleri ile birlikte Gümüş Donanma Madalyası verilecektir. (BOA. Maarif Nezareti. Mektubi Kalemi. / 18 Aralık 1913)

Aynı yılın sonuna doğru bir kurulla birlikte görevli olarak Avusturya-Macaristan’a giden İsmail Zühtü burada bir sürpriz ile karşılaşır. Avusturyalılar, Selanik konsolosları aracılığı ile marşın notasını getirtip, gurubu İsmail Zühtü’nün Selânik Marşı ile karşılarlar. O dönemde İzmir’de oldukça yaygın olan çağdaş müzik alışkanlığında İzmir Sanayi Mektebi öğretmeni İsmail Zühtü’nün büyük rolü vardır. Balkan Savaşı’ndan hemen sonra, şehrin önde gelen kişileri tarafından öğrenime açılmış bulunan İttihat ve Terakki Numune Mektebi’nin batıya dönük pencerelerinden birisi de çok sesli müzik eğitimidir. Arap Fırını Sokağı’nda bir yapıda kurulan okulun eğitim kadrosunda Saracoğlu Şükrü, Salih Zeki, Maiyet Memuru İzzet, Anadolu Gazetesi sahibi ve başyazarı Haydar Rüştü, eski mebuslardan Rodoslu Enver, Profesör Veli gibi dönemin çok değerli insanları vardır. (Bu yapı Sonraları Dumlupınar İlkokulu olarak kullanılmış olup ikibinli yılların başında yanmıştır. Yazı hazırlandığı sırada onarımı tamamlanmak üzere idi.)

Bu kadro, okuldaki diğer dersler gibi müzik eğitiminde de reformist bir tavır içine girerek kendilerine en uygun eğiticiyi aramaya başlar. İsmail Zühtü’yü keşfetmeleri de fazla zaman almaz. Görevlendirdikleri arkadaşları Turgut (Türkoğlu) ne yapıp yapar ve bu işe pek de gönüllü olmayan sanatçının öğretmenlik yapmayı kabullenmesini sağlar. Sonuç olarak okulun bütün sınıflarında “Vokal Müzik” dersi zorunlu olarak verilmeye başlar. Yaklaşık bir yıl içinde de 80-100 öğrencilik koro dört sesli eserleri rahatlıkla seslendirir duruma gelir.

O tarihlerde, ülkemize yeni gelen ve Osmanlı ordusunda reform çalışmaları yapmaya başlayan Alman generali Otto Liman von Sanders’in İzmir’i ziyareti şerefine, Vali Rahmi bey tarafından bir spor şenliği düzenlenir. Paradiso’da (bu günkü Şirinyer) düzenlenen bu şenliğe korosu ile birlikte İsmail Zühtü de çağrılır. Amerikan Koleji’nde, spor gösterilerinin izlendiği salonunun dışındaki terasta yerini alan koro henüz ilk parçasını seslendirmeye başlar başlamaz hemen dışarıya fırlayan konuklar ne gördüklerine ne de kulaklarına inanamazlar. Küçük yaştaki çocukların söyledikleri şarkıyı çok sesli söylemelerindeki başarı tüm konukları oldukça şaşırtır. Ne öğrencilerin ne de öğretmenlerinin Türk olduğuna bir türlü inanmak istemezler. Bu şaşkınlık, minik dinleti sonunda yerini oldukça hararetli alkışlara bırakırken, International Kolej Müdürü McMahlan, Turgut (Türkoğlu) Bey’e şunları söyler:

– Bu ders için Londra’dan özel olarak bir müzik öğretmeni getirttiğim halde itiraf ederim ki İsmail Zühtü’nün başarısını sağlayamadım.

1912 yılında yine yurt dışından getirtilen Macar sepetçilik öğretmeni Gras’ın gözetiminde “Sepetçilik” bölümü açılırsa da, bilmediğimiz nedenlerle iki yıl sonra kapatılır ve uzman öğretmenin görevine son verilir. Aynı yıl okulda bir dökümhane ile soğuk demir atölyesi de hizmete girer. 1914 yılı ilkbaharında geleneksel piyango için okul bir kez daha fakat şartlı izin alır. Karara göre “Piyango yalnızca Sanayi Mektebi adına düzenlenmeyecek; diğer okullar ve hayır kurumları da bu çekilişten yararlanacaktır. Buna karşın piyango biletleri, İstanbul’da da satışa sunulabilecektir.” (BOA. Dahiliye. İdare. / 20 Mayıs 1914)

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesi üzerine 1914 – 1915 ders yılı başında on iki yaşından küçük öğrenciler ailelerinin yanına gönderilir. 1914 yılında okul müdürü olarak Yusuf Sadık Bey görev yapmaktadır.

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal eden Yunan ordusu tarafından okula el konulur. Amaç binayı İyonya Üniversitesi merkezi olarak kullanmaktır. Ancak bu çalışmanın başına getirilen Profesör Karateodoris, Konak bölgesine daha yakın durumdaki, henüz tamamlanmamış İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi binasını daha uygun bulunca bu düşünceden vazgeçilir. Bu arada, okulun “Marangozluk” ve “Demirhane” bölümlerinin az da olsa süren çalışması dışında tüm bölümler kapatılır ve öğrencileri dağıtılır. İptidai sınıfı öğrencileri de Darüleytam’a gönderilir. Öte yandan Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) öğrencileri arasında bulunan ve kimsesi olmayan öğrenciler 1920 yılı yaz döneminde İzmir Sanayi Mektebi’nde barındırılırlar. Yunan Fevkalade Komiserliği tarafından görevsiz bırakılan İzmir Sanayi Mektebi öğretmenleri ile bir dönem çalışmayı sürdürmüş olan marangozhane ve demirhane öğretmenlerinin birikmiş maaşları hükümet tarafından ödenir. (BOA. Umur-ı Mahalliye ve Vilayat Müdürlüğü. / 5 Kasım 1921)

Kurtuluştan sonra, işgal yönetiminde okuldan uzaklaştırılan iptidai öğrencileri için uygulama devam ettirilir ve 18 Ocak 1923 tarihinde, 75 öğrenci ile yeniden eğitime başlayan okulda bu bölüm açılmaz. Ancak iptidai eğitimini tamamlayan yetim çocuklar okula kabul edilir.

Atatürk de, İzmir’e gelişleri sırasında okulu üç kez ziyaret eder. Bu ziyaretlerin ilki 13 Şubat 1923 günü gerçekleşir. Okulun hatıra defterine Gazi şunları yazar: “Erişmeye mecbur bulunduğumuz düzeye, bugünkü kadar uzak kalışımızın önemli sebeplerinden biri, sanata ve sanatkârlara lâyık olduğu derece önem verilmemiş olmasıdır.” İkinci ziyaret yaklaşık bir yıl sonra, 16 Ocak 1924 tarihinde gerçekleşir. Defterdeki ifade şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti, bu sanat mekteplerinin tam gelişmesine çok muhtaçtır.” Bu güzide okula üçüncü ziyaretini 14 Ekim 1925 tarihinde gerçekleştiren Ulu önder, bu kez şunları yazacaktır: “Bu defaki ziyaretimde daha çok memnun oldum. Her yıl biraz daha ilerleme var; daha çok lâzım.”

Bu dönemde de okul, eğitim alanında çok değerlidir ve ilgili yaklaşımlar görülür. Sözgelimi 15 Temmuz 1923 tarihli, “İzmir Körfezi Vapur İşletme İmtiyazı Hakkındaki Şartname”nin 21. Maddesi’nde “Sanayi kuruluşlarında çalışan işçiler ile mühendis ve Sanayi Mektebi öğrencileri tersanede staj yapabileceklerdir. Ancak bunların sayısı tersanede çalışan işçilerin %10’unu geçmeyecektir.” şeklinde düzenlenen maddesini örnek olarak gösterebiliriz.

İzmir Sanatlar Mektebi 19 Ekim 1923 tarihinde vilayet yönetimince devir alınır. Aynı yıl okulda ücretli eğitime de başlanır. 1924 yılında okulda son sistem elektrik tesisatı döşenir ve demir, tesviye, torna, teneke ve döküm atölyeleri genişletilirken, marangoz atölyesine yeni tezgahlar gelir. Ancak okul bandosu yeniden kurulmaz. Vilayet Encümeni, 1925 yılı Ağustos ayında okul mızıkasının askeriyeye satılmasına karar verir ve mızıka askeriyeye devir edilir. 1925-1926 ders yılında 23 öğretmen ve 13 memur kadrosu ile 205 erkek öğrenciye eğitim veren okulda şu dersler vardır: Hesap, Hendese, Fransızca, Türkçe, Cebir, Müsellesat, Coğrafya, Teknoloji, Hikmet, Kimya, Makine ve Tatbikatı, Elektrik, Resim ve Sanat. Okul, 1927 yılında çıkan bir kanun sonucu Maarif Vekilliği’ne geçer ve yeni reform programının uygulanması için Belçika’dan beş uzman getirilir. Günümüzdeki İzmir Enternasyonal Fuarı’nın temeli olan “Birinci Dokuz Eylül Sergisi” de 4 Eylül 1927 tarihinde okul binasında açılır.

25 Ekim 1930 tarihinde İzmir’in son yüzyılda yaşadığı en büyük sel felâketinde okulun tesviye, torna ve teneke atölyelerinin duvarları yıkılır ve içeriye doluşan sular bodrum katıyla, birinci katı tamamen basar. Öğrenciler mahsur kalır ve atölyelerin tamamı mahvolur. Zarar öylesine büyüktür ki, sular çekildikten sonra okulun içinden çıkarılan moloz ve çamur miktarı dört bin atlı yük arabasından fazladır. Bu olayla birlikte sanat okulunun “akşam” kısmı kapatılır.

Bu olay, okulun geçirdiği büyük yangından önce yaşadığı en önemli yıkım olur. Okulun eski haline dönmesi için yapılan onarım -Vali Kâzım Dirik’in müthiş ilgisine rağmen- o yılların koşullarından dolayı beş yıl sürer. 1931 yılı Temmuz ayında çıkarılan bir kanunla okul İzmir Bölge Sanat Okulu adını alır. Daha sonra, 4 Haziran 1943 tarihinde “Mithat Paşa Erkek Sanat Okulu”; 1943 yılı Temmuz ayında ise “Mithat Paşa Erkek Sanat Enstitüsü” olur. 10 Nisan 1953 tarihinde okulda verici telsiz tesisatı kurulmasına izin verilir ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü Radyosu İzmir’de yayına başlar. Yayınlar 10:00 – 11:00 ve 15:00 – 16:00 saatleri arasında gerçekleştirilmektedir. (BCA, Başbakanlık Kararlar Daire Başkanlığı / 30-18-1-2. / 10 Nisan 1953)

31 Mart 1997 akşamı büyük bir yangın geçiren okul, mezun ettiği iş adamlarının da büyük desteği ile tepeden tırnağa onarılarak, aynı yılın Ekim ayında yeniden eğitime başlar.

Mithatpaşa semti ve onun tarafından açılmasa da onun öngörüsüyle hayata geçirilen Islahhaneden doğan harika bir eğitim kurumunun öyküsünü aktarırken Midhat Paşa’nın şehrimizde günümüzdeki varlığından da söz etmek gerekir.

Paşa’nın adını günümüzde birçok yerde görürüz. Her şeyden önce adını taşıyan ve Konak’ta Saat Kulesi önünden başlayarak Narlıdere İlçesi sonuna kadar devam eden, 25 kilometre uzunluğundaki Mithatpaşa Caddesi, İzmir’de aynı kişinin adını taşıyan en uzun yoldur. 1880’lerde Göztepe Caddesi adıyla açılan caddenin Cumhuriyet sonrasındaki adı İnönü iken 1951 yılında Paşa’nın adı verilir. Aynı adlı bir başka caddeyi de Gaziemir İlçesi Estim Ticaret Bölgesi’nde görürüz. Bu arada KarşıyakaAlaybey Mahallesi’nde bulunan 1675 Sokak’ın önceki adı da Mithat Paşa’dır. Paşa’nın adını taşıyan Mithatpaşa semtindeki Hamidiye Camisi’nin anıldığı bir diğer adı da Mithatpaşa Camisi’dir. Diğer yandan Konak İlçesi Bahçelievler Mahallesi’nde, 501. Sokak’ta bulunan ilköğretim okulu da Paşa’nın adını yaşatmaktadır.

1910’ların başlarında büyüyen Karantina Mahallesi, Karantina İslam ve Karantina Rum adıyla ikiye bölünür. İzmir’in kurtuluşunu izleyen yıllarda da Karantina İslam, Birinci Karantina; Karantina Rum ise İkinci Karantina adını alır. İzmir merkezinde sokakların numaralandırılması uygulaması sırasında 176. ile 220. sokaklar arasındaki bölgeyi kapsayan Birinci Karantina’nın adı, İzmir Belediye Meclisi’nin 11 Şubat 1937 tarihli toplantısında alınan kararla Mithatpaşa Mahallesi olarak değiştirilir ve bu ad günümüze kadar yaşar.

İzmir’in özel semti Karantina’nın sonsuza kadar var olması dileği ile.

(Not: Yazıda sözü geçen belgelerin tamamının kayıt bilgileri basıma hazırlanmakta olan “Bilmediğimiz İzmir” kitabında bulunmaktadır.)

Yazıda sözü geçen yapılar ve semtin kronolojisi:

1829 (Ekim) Kâtipzade Mustafa Efendi’nin devlete bağışladığı ahşap tuzhane yapısının onarılarak Asker Hastanesi olarak hizmete girmesi.
1840 Askeri Hastane binasının Mortakya’dan bölgeye taşınan Karantina idaresine tahsis edilmesi ve Karantina adının belgelerde görünmeye başlaması.
1844 Karantina binası yapımının başlanması.
1846 Karantina idaresinin yeni binasının tamamlanması.
1846 Asker Hastanesi yeni binasının Kışla talim alanında inşa edilmesinden vazgeçilip, Karantina’da inşa edilmesinin düşünülmesi.
1860 Karantina’da yerleşmenin hızlanması.
1865 Karantina’nın işletmesinin Urla İskele mevkiinde adaya taşınması.
1865 Boşalan Karantina binasında bazı odaların Asker Hastanesi olarak düzenlenmesi.
1868 (Aralık) İzmir Islahhanesi kurulma çalışmalarına başlanması.
1869 (Nisan) İzmir Islahhanesi’nin açılması.
1869 (11 Ağustos) Büyük Vezirhan’da Köprülü Fazıl Ahmed Paşa Vakfı’ndan olan dükkânın kira gelirinin Islahhane’ye bırakılması.
1870 (Nisan) Okkalesi taşlarının okula gelir için satılması kararı.
1871 Islahhane’nin ikinci kez açılması.
1873 (Haziran) Balçova’daki arazi gelirinin Islahhane’ye bağışlanması.
1874 (Mayıs) Okkalesi taşlarının okula gelir için ikinci kez satılması kararı.
1875 (Şubat) Cezayir Han’ın onarılarak okula gelir olarak bırakılması.
1876 İzmir Rıhtım dolgusunun tamamlanması.
1880 (Ağustos) Midhat Paşa’nın Aydın Valiliği görevine atanması.
1880 (29 Temmuz) İzmir’de şiddetli deprem.
1880 Balçova’daki Agamemnon Ilıcası’nın okula gelir olarak bağlanması.
1881 İdadi olarak inşa edilen muhteşem binanın tamamlanması ancak öğrenci yokluğundan hizmete girememesi.
1881 (30 Mart) Azınlıkların Midhat Paşa’dan memnuniyetlerini bildirmesi.
1881 (17 Mayıs) Midhat Paşa’nın tutuklanmak istenmesi.
1884 İki yıl önce başlatılan Darüttahsil okulu inşaatının tamamlanması. Bu okul daha sonra İzmir İdadisi olarak eğitime devam edecektir.
1885 Bölgede İzmir Karantinası adıyla muhtarlık teşkilatı kurulması.
1885 Modern Asker Hastanesi ve Karakol inşasının başlaması.
1885 Karantina’daki cami inşaatının Halil Rıfat Paşa’nın ilk valilik döneminde başlaması.
1886 Asker Hastanesi’nin, Islahhane’nin zemin katındaki bazı odaları da kullanmaya başlaması.
1886 Islahhane’de Bando Bölümü’nün kurulması.
1886 Tuzla Burnu’nda bir arsanın okula gelir olarak bağlanması.
1887 Okul öğrencilerini ücretsiz tedavi eden Dimitraki Efendi’nin taltif edilmesi.
1887 (4 Mayıs) Fransız Gösteri Topluluğu’nun okul yararına temsiller vermesi.
1888 Hamidiye Şirketi’nin gelirinin yüzde on beşini okula bağışlaması.
1890 Islahhane’nin Aydın Vilayeti’nde öğretmeni en çok olan okul olması.
1890 (Aralık) Karantina’daki muhteşem okul binasının Islahhane’ye tahsisi için Halil Rıfat Paşa’nın İstanbul’a yazı yazması.
1891 Semtte yapılan sayımda 517 evin var olması.
1891 (Ocak) Islahhane Mızıka Heyeti’nin Sultan’ın daveti üzerine İstanbul’da konser vermesi.
1891 (Ocak) Okul müdürü ve mızıka muallimine Mecidi Nişanı verilmesi.
1891 (Ocak) İdadi için inşa edilen binanın Islahhane’ye tahsisinin onaylanması ve dokuz yıldır kapalı duran yapının onarıma alınması.
1891 (Şubat) Sanayi Mektebi adını alan, Islahhane yararına piyango düzenlenmesi.
1891 (Mart) Asker Hastanesi ve Karakol’un törenle açılması.
1891 (24 Haziran) Islahhane’nin onarımı biten yeni binasına taşınması. Okul karşısında denizden doldurulan alanın gelir olarak okula tahsis edilmesi.
1891 (Ağustos) Balçova’daki Ilıca’nın Sanayi Mektebi’ne gelir kaynağı olarak kaydedilmesi ve okul ile ılıcanın Hamidiye adını alması.
1891 (Kasım) Okul karşısındaki bahçenin duvarla çevrilmesi.
1891 (24 Aralık) Karantina’daki caminin ibadete açılması.
1892 (Ocak) Karantina Camisi’ne Hamidiye adının verilmesi.
1892 (15 Haziran) Okul karşısında deniz hamamları ve plajın hizmete girmesi.
1892 (Eylül) Eski Karantina binalarının okula tahsis edilmesi ile ilgili başvuruya karşın, söz konusu yapının Afrikalı zencilerin barınması için kullanılmaya başlanması.
1892 (8 Ekim) Okul karşısındaki bahçenin okulun malı olması hakkındaki Saray iradesi.
1894 (Nisan) Karantina idaresi eski binasının Asker Hastanesi cephesini kapatan bir bölümünün yıkılarak havuzlu bir ağaçlık alana döndürülmesi.
1894 (Haziran) Sanayi Mektebi adına düzenlenen kayık yarışlarının, okul önündeki kıyıda düzenlenmesi.
1895 (Mart) Sanayi Mektebi’nde İptidai bölümün de açılması ile eğitim süresinin yedi yıla çıkarılması.
1897 Sanayi Mektebi parasız-yatılı öğrenci kadrosunun iki yüze çıkarılması.
1898 (Ekim) Karantina’da hamam inşası için ruhsat verilmesi.
1899 yılında “parasız-yatılı” öğrenci kadrosu iki yüze çıkarılır
1899 Piyango geliri ile Sanayi Mektebi’nde çamaşırhane, tuvaletler, yemekhane ve üstündeki marangozhanenin inşa edilmesi.
1901 Sanayi Mektebi’nde mevcut derslere “Fransızca”nın da eklenmesi.
1902 Bu yıl düzenlenen piyango geliri ile okul önündeki dükkanların inşa edilmesi.
1905 (1 Eylül) Sanayi Mektebi binasının bitişiğinde alt katı yemekhane ve üst katı yatakhane olarak inşa edilen yeni binanın hizmete girmesi.
1908 (5 Mart) Sanayi Mektebi ek atölye binalarından bir bölümünün inşaatlarının tamamlanarak törenle açılması.
1908 Sanayi Mektebi bahçesinde yazlık sinema açılması.
1911 Karantina İttihat ve Terakki Mektebi’nin açılması.
1911 (Haziran) Sanayi Mektebi bandosunun Sultan Reşat’ın gezisine eşlik etmek üzere Selanik’e gitmesi.
1912 Sanayi Mektebi’nde dökümhane ile soğuk demir atölyesinin hizmete girmesi.
1923 (18 Ocak) İşgal döneminde kapatılan Sanayi Mektebi’nin Sanatlar Mektebi adıyla yeniden açılması.
1923 (13 Şubat) Atatürk’ün Sanatlar Mektebi’ni ilk kez ziyaret etmesi.
1923 (19 Ekim) Sanatlar Mektebi yönetiminin vilayetçe devir alınması.
1924 (16 Ocak) Atatürk’ün Sanatlar Mektebi’ni ikinci kez ziyaret etmesi.
1925 (Ağustos) Kurtuluştan sonra yeniden açılmayan okul bandosu mızıkasının askeriyeye devir edilmesi.
1925 (14 Ekim) Atatürk’ün Sanatlar Mektebi’ni üçüncü kez ziyaret etmesi.
1931 (Temmuz) Okulun adının İzmir Bölge Sanat Okulu olması.
1934 Hamidiye Camisi’nin onarılması.
1937 (11 Şubat) 1. Karantina’nın adının Mithatpaşa olarak değiştirilmesi
1937 (11 Şubat) 2. Karantina’nın adının Murat Reis olarak değiştirilmesi
1942 Günümüzdeki Asker Hastanesi’nin hapishane binası olarak inşa edilmesi.
1943 (4 Haziran) Okulun adının Mithatpaşa Erkek Sanat Okulu olması.
1951 (4 Aralık) Asker Hastanesi karşısındaki ahşap doğum bölümünün yanması.
1954 Hatay’daki kışla binasının Milli Savunma Bakanlığı tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden teslim alınması.
1957 Hamdiye Camisi’nin minare külahının yıkılması nedeniyle onarıma alınması ve son cemaat yerinin camekanla çevrilmesi.
1971 Hatay’daki kışla binasının Asker Hastanesi olarak düzenlenmesi.
1997 (31 Mart) Mithatpaşa’daki okulun yanması.
1997 (Ekim) Yanan okulun onarılarak yeniden açılması.