İzmir’in kalbi…

Birçok yazımda belirtmişimdir, yine söylüyorum: “İzmir’in kalbi Konak’tır. Kemeraltı olarak söylediğimiz Anafartalar Caddesi merkezli çarşı da o kalbin en önemli atardamarıdır.” Eski ahşap Katipzade Konağı ve Sarı Kışla yapıldığından bu yana şehrin en önemli kamusal alanı olan meydandan başlayan çarşı, şehirde oluşturulan yeni merkezler ne olursa olsun, asla önemini yitirmeyecek ve adeta geçmiş yüzyılların derinliklerine açılan bir galeri gibi İzmir sevdalılarını içine çekmeyi sürdürecektir.

Han’lar şehri İzmir’de adlarını burada saymakla bitiremeyecek kadar çok han vardır. Ancak bu hanları gösterin bakalım desek, bazılarını göstermek olası olmayacaktır. Çünkü o hanların orijinal yapısının sağına soluna, önüne arkasına, altına üstüne o kadar çok ekleme ya da yama durumda irili ufaklı dükkan yapılmıştır ki, an gelir hanın avluya girişini bile bulamazsınız. Ancak eski plan ya da çizimlerden ne olduğunu anlayabilir, kuşbakışı görüntülerden de kendisini çevreleyen yapı adaları arasındaki gizemli konumunu ayrımsarsınız. Bu durumda olan bir hanı gördüğümde “Keşke, bir fırsat doğsa da, bu hanlara kene gibi yapışmış bu eğri büğrü dükkanlar ortadan kaldırılsa” diye düşünürüm. “Kaldırılsa da, İzmir tarihinin bir parçası üzerini kaplamış bu çirkinlikler yok olup, bu güzel şehir geçmişiyle ve kimliğiyle yeniden buluşsa. Onunla sarmaş dolaş olsa” diye de senaryo üretirim. Ayakları havada gezen, hayalci bir insan değilimdir ama İzmir üzerine hayaller kurmanın çok güzel olduğunu biliyorum.

İşte, Anafartalar Caddesi için de böyle düşünürdüm yıllardır. Her yeri ayrı bir çirkinliğe bürünmüş, yapı cephelerinin kirden, pislikten görünmez olduğu, bakımsızlıktan paslanmadık metal aksamın kalmadığı ve demet demet her çeşit kablo yumağının çamaşır ipi gibi pencereden çatıya, direkten balkona uzandığı bir garip ruhsuzluğa bürünmüştü o güzelim tarih.

Ama artık çarşının yüzü gülmeye başladı. Son birkaç haftadır Kemeraltı’ya yolunuz düşmedi ise düştüğünde gözlerinize inanamayabilirsiniz. Giderlerinin bir bölümünü işyeri sahiplerinin ödediği bir çalışma ile Vilayet girişinden başlayarak sağlı sollu tüm cepheler elden geçirilmeye başlandı. Çarşının alış verişini etkilemesin diye bu çalışmaların büyük bölümü gece, iş yerleri kapandıktan sonra yapılıyor. Şu ana kadar Konak Meydanı girişinden, Kemeraltı Camii’nin kavşağına kadar olan bölümdeki çalışma tamamlandı.

Binaların yüzleri gülüyormuşçasına her yer pırıl pırıl ve ap aydınlık. Her bina kendine özgü ayrı bir renge boyandı. Binalara takılan portatif tenteler de dış cephe boyasının rengine uygun renklerde. Çarşının o bölümü şekerleme gibi oldu. Eski Askeri Otel’i gördüğümde çok heyecanlandım. Hasan Tahsin’in sıktığı kurşunun en önemli tanığı olan o yapının çocukluğumdan bu yana gri-kara karışımı olan rengi ve o halinin getirdiği kasvetli görünüm yok olmuş. Yapının dış cephe boyasına uygun, minik yarım kubbe tentelerle, çarşıya bakan yüzündeki iki balkonun pırıl pırıl ferforjeleri o köşeyi adeta “Paris’ten yeni geldi” havasına sokmuş. Öte yandan binanın daha önce fark edilmeyen çizgileri de ortaya çıkmış. Meğer ne kadar estetik ve zarif bir mimariye sahipmiş o kasvetli eski otel yapısı. Diğer yapılarda aynı güzellikte ortaya çıkmış. Şükran Oteli girişinde, işporta esnafının işgali nedeniyle yıllardır görmediğim iki süslemeyi gördüğümde de aynı duyguları yaşadım. Şehri, şehrin güzelliklerini, her köşe başını midye tepsileri, sahte tıraş bıçakları, çığırtkanları, hanutçuları ya da otopark eşkıyaları ile adım adım işgal edenler nice çeşme, sebil ya da benzeri güzellikleri gözlerini kırpmadan görünmez hale getirdiler.

Sözü geçmişken hem Şükran hem de eski Askeri Otel’den de biraz söz etmek istiyorum. Aslında bu gün eski Askeri Otel diye söylediğimiz yapı, 19. Yüzyıl ikinci yarısı sonlarında var olduğunu bildiğimiz Askeri Otel’den farklıdır. Sözünü ettiğimiz orijinal yapı sonraları önemli bir bölümünün yeniden inşasıyla dönemin en iyi oteli olarak ve Ankara Palas adıyla açılan otele dönüşür. 1938 yılında gördüğü onarımla da günümüzdeki biçimini alır. Otelin zemin katındaki bulunan ve bir zamanlar oldukça ünlü olan, İzmir’de edebiyat ve sanat dünyasının buluşma noktası haline gelen pastane ve lokanta da aynı yılın 20 Ağustos tarihinde açılır. Oldukça popüler olan ve son düzenleme ile 57 odalı hale gelen otel 1972 yılı Mayıs ayında altındaki pasaj ve 10 dükkan ile birlikte yanarsa da çabuk onarılıp, hizmete devam eder. Günümüzde kullanım dışı kalan yapı için yeni projeler geliştirilmektedir. Eski Askeri Otel’in kurucusu, İzmir’deki Türk otelcilerin piri sayılan Ömer Lütfü (Bengisu) beydir. Ömer Lütfü bey, Birinci Beyler Sokak’ta, 20. Yüzyıl’ın başlarında Evliyazade Hanı ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sultaniye Oteli yanında bir yapıda olan Ekmekçibaşı Oteli’nin de yöneticisidir. Ancak bu otel bir yangın sonucu yok olur.

Şükran Oteli ise aynı yerdeki Hacı Hasan Paşa Hanı’nın otele çevrilmiş halidir. Konaklama amacıyla 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında inşa edildiği tahmin edilen han, 20. Yüzyıl’ın başlarından itibaren batı tarzı otel olarak kullanılmaya başlar. Avlusunda bulunan Şükran Lokantası ile tanınan otel, ilerleyen yıllarda Şükran adıyla anılır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 49 odası ile dönemin ikinci büyük oteli olan bu yapının oda sayısı, 1930’lu yıllarda 47’ye indirilir. Otel, altındaki lokanta ve kahvehane ile de ünlüdür. Şükran Lokantası, ortaklarından birinin ölümü üzerine ruhsat verilmemesi nedeniyle 1998’de kapanır. Bozyaka’daki bir tepe ise, eski hanın sahibi olan Hacı Hasan’ın adını taşır. Bu arada Şükran Lokantası garsonlarından Ali Hasçelik ve Naim Zigoslu, 15 Nisan 1936 tarihinde Göztepe İskelesi üzerinde açılan ve 1950’lerin başlarında bakımsız kalan Mez Gazinosu’nun işletmesini 1956 yılında alırlarsa da gazino 1960’lı yıllarda kapanır. Gazinonun adı olan “Mez” sözcüğünün anlamı: “Zevk, sefa” demektir. “Meze” sözü de oradan gelir.

Kemeraltı’nın bu hali çok hoş. Siz de çok seveceksiniz. Darısı, ikinci adım olması gereken Kestelli Kavşağı’na kadar olan bölüm olmak üzere çarşının tamamına.
Sevgiyle kalın…