1930’lu yıllarda İzmir’de gazino yiyecek içecek kültürü

1930’lu yıllara girerken İzmir’de gazino ve benzerleri ile yiyecek içecek ve buna bağlı kültüre gazete haberleri açısından bakış

1930’lu yıllar İzmir şehrinin gelişiminde oldukça önemli atılımların ve gelişmelerin görüldüğü bir dönemdir. Bu atılımda hiç kuşkusuz şehri yöneten kişilerin de başarının ardında koşan insanlar olmasının da büyük rolü vardır. Sezai Göker’in yönetiminde girilen 30’lu yılların tamamında İzmir Belediye Başkanlığı görevini yürüten Dr. Behçet Uz, koşulların olumsuzluğuna karşın İzmir şehrine kazandırdığı değerler ile gelmiş geçmiş en başarılı başkan olmayı başarırken; aynı döneme yine gelmiş geçmiş en başarılı İzmir Valisi olan Kazım Dirik ile giren İzmir şehri bu dönemi bir başka başarılı yönetici olan Fazlı Güleç ile tamamlar.

Bu yöneticilerin yarattığı atılım hareketi sonucu şehir adeta yeniden yaratılır ve özellikle harabe görünümündeki devasa büyüklükteki yangın yerinden yeni bir İzmir yaratılır. Bu müthiş dönemdeki imar hareketi, yeni iş alanlarının yaratılmasına neden olurken, sosyal yaşantıyı da etkileyen bu gelişimin gazino, lokanta ya da o dönemlerin söyleyişi ile “Bahçe” kültürünün hareketlenmesine önemli katkısı olur.

1920’lerin son yılı olan 1929 Ramazan ayını İzmir gazinolarından bazıları özel programlarla karşılar. Bunların başında Kemeraltı’daki Hacı Ali Paşa Kıraathanesi gelmektedir. Adını Ahmet Bey’in oğlu Hacı Ali Paşa’dan alan ve aynı adı taşıyan otelin altındaki kıraathanenin hazırladığı Ramazan programı gazinolara taş çıkartacak düzeydedir. Programı “Musiki meraklıları”na özel ilanlarla duyuran kıraathane Ramazan ayı boyunca iftar sonrası tıklım tıklım dolar [1]. Kanuni Fethi Bey yönetimindeki Kemani şehir Mestanzade Hasan Bey, Musiki Muallimi Kanuni Fethi Bey, Udi Abdurrahman Bey ve Tamburi Şuayyip Bey’den oluşan çalgı grubu, hanende ve gazelhan şehire madam Emin ile hanende ve gazelhan şehir hafız Tahsin Bey’e eşlik eder. Hacı Ali Paşa Oteli, Anafartalar Caddesi üzerinde Hükümet Konağı ile Ragıp Paşa Oteli arasındaki bölümde yer alan ve 20. Yüzyıl ilk çeyreğinde ünlü bir oteldir. [2] Yakınlarında yer alan Ekmekçibaşı, Evliyazade, Meserret, Hacı Sadullah, Hacı Hasan (sonraları Yeni Şükran), Gaffarzade, Kemahlı, Zevk-i Selim (sonraları Ferah), Güzel İzmir, Hacı Saadettin, Ragıp Paşa ve eski Askeri Otel’den bozma ünlü Ankara Palas otelleriyle İzmir’in o dönemler en önemli iki otel bölgesinden birini oluşturmaktadırlar. Ancak bu otellerin tümünde restoran ya da mutfak bulunmamaktadır. Bir kısmının zemin katlarında ise kıraathaneler olduğu görülür. İncelediğimiz dönemle ilgili otel restoranlarından yeri geldikçe söz etmeye çalışacağız.

O dönemlerde yemek kültürü ile doğrudan ilgisi olmamasına karşın bazı müzik aletlerinin gazetelerde yoğun olarak yer alan ilanlarından da söz etmek gerekir. Ramazan ayında özellikle gramofon ilanları dikkat çeker. “Ehli zevke müjde” başlığı ile tanıtımı yapılan gramofonlar [3], o dönemler, özellikle ilkyaz’da güz ayları sonuna kadar olan dönemde sıkça gerçekleştirilen ve “Mesire” olarak söylenen pikniklere bile götürülen önemli bir araçtır. Özellikle birahane ya da meyhanelerde sık kullanıldığı görülür. Columbia gibi ünlü markalar ise sadece gramofonların tanıtımını yapmakla kalmaz ve bu makinelerde çalınacak plakları da müşteriye sunar. [4]

Yeri gelmişken o günlerdeki yaşam pahalılığı ile ilgili bir gazete haberinden de söz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Haberde sözü edilen bir anket çalışmasına göre İzmir, Samsun ile birlikte “Ülkenin en pahalı şehri” durumundadır. Bu habere göre enflasyon bu iki şehirde, “Savaş yıllarından önceki döneme kıyasla 22 kat artmıştır.” [5] Haberde “En ucuz yerlerdeki enflasyonun yüzde 1450 olduğu belirtilirken, bu oranın İstanbul’da yüzde 1850 olduğu” bilgisi de eklidir. Gazetedeki haber, “İzmir’deki enflasyonun en azından yüzde 1600’lere indirilmesi için öneriler” ile son bulmaktadır. Bu bilgiyi, meraklıları için, aşağıda bazı örneklerini bulacakları fiyatlar hakkında kıyaslama yapmaları amacıyla aktardım. Yaşam pahalılığı böyle yüksek bir orandayken, dönemin hükümetinin çıkarmayı düşündüğü yeni bir vergi haberi [6], özellikle bekar erkekler arasında panik yaratır. Vergi, “Bekarlık Vergisi”dir ve ülke nüfusunun kısa zamanda kırk milyon kişiye çıkması için, evliliği özendirmeye yöneliktir. Birçoğu zaten dışarıda karınlarını doyurmaya para yetiştiremeyen bekarlar bu haberden oldukça etkilenirler.

Ancak aynı yıl Temmuz ayında İzmir Ticaret Odası tarafından yayımlanan “Kıyaslamalı Geçinme Cetveli”nde orta halli bir ailenin aylık harcama toplamının son altı ayda 25 lira 30 kuruş ucuzladığı belirtilir. “Orta Halli Aile” olarak bir anne ve baba ile bir buçuk, yedi ve onbeş yaşlarında üç çocuktan oluşan bir sanal aile örnek alınmıştır. [7] Bu cetvelde yer alan gıda maddelerini konumuzla ilgili olduğu için şöyle sıralayabiliriz:

Gıda maddesi


Temmuz 1930 fiyatı

Buğday Ekmeği

Kg

13,5 kuruş

Un

Kg

19.3 kuruş

Sadeyağ

Kg

156 kuruş

Zeytinyağı

Kg

54.6 kuruş

Kaşar Peyniri

Kg

109.2 kuruş

Beyaz Peynir

Kg

54.6 kuruş

Siyah Zeytin

Kg

31.2 kuruş

Pirinç

Kg

35.1 kuruş

Bulgur

Kg

27.3 kuruş

Makarna

Kg

35.1 kuruş

Patates

Kg

11.7 kuruş

Kuru Fasulye

Kg

19.5 kuruş

Nohut

Kg

15.6 kuruş

Mercimek

Kg

19.5 kuruş

Kuru Soğan

Kg

7.8 kuruş

Koyun eti

Kg

66.3 kuruş

Tavuk

Tane

60 kuruş

Yeşil Kahve

Kg

125 kuruş

Kesme Şeker

Kg

49.8 kuruş

Yumurta

Tane

2.5 kuruş

Tuz

Kg

11.7 kuruş

Süt

Lt

15.6 kuruş

Balık (Sardalya)

Kg

46.6 kuruş

Taze Sebze

Kg

11.7 kuruş



Yukarıdaki listenin yayımlanmasından yaklaşık üç ay kadar önce 1. sınıf ekmeğin kilosunun da 14.5 kuruş olarak belirlendiği gazetelerde yer alır. [8]

1929 yılı Ramazan ayı tamamlandıktan sonra, bir ay boyunca çoğu kapalı olan lokantaların haber ve ilanlarına gazetelerde rastlanmaya başlanır. O günlerdeki adı Şamlı Sokak olan Üçüncü Beyler Sokak’ta bulunan ve aynı adlı otelin hemen bitişiğindeki Ferah Lokantası, bir reform yaptığını duyurarak, “Sefer tasları içinde evlere yemek gönderilmeye başlandığını” bildirmektedir. [9] Bu, o güne kadar lokanta sektöründe görülmemiş ve belki de ülkemizde bu anlamda ilk “Evlere servis” uygulamasıdır. [10]

Yukarıda sözünü ettiğim “Restoran ya da mutfağı olan oteller” arasında en güzel olanı İzmir Palas’tır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1922 yangınında yok olan bir yapının yerinde inşa edilen ve 1927 yılında hizmete giren otelde ve gazinosunda yılbaşı baloları da dahil olmak üzere birçok etkinlik düzenlenebilmektedir. İzmir Palas Oteli Gazinosu’nun [11] bir gazete ilanında verilen fiyatlar şöyledir: Sade çay, Kahve, Süt ve Gazoz 25 kuruş, Komple Çay ve Kahve 50 kuruş, Şişe Bira 60 kuruş, Bir Kadeh Rakı 20 kuruş ve Tabldot yemek 135 kuruş. [12] İlanda “Mezelere de indirim uygulandığı” ayrıca belirtilmiştir. “Balo” o dönemlerin en popüler etkinliğidir. Bu konuda önde gelen yerlerden biri olan ve 1927 yılında zamanın İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından yaptırılan ve de mimar Necmettin Emre eseri olan Türkocağı’nda, 18 Nisan 1929 tarihinde “Altay Balosu” düzenlendiğini biliyoruz. Balolar, o dönemde ülkenin her yerine aynı hızla yayılmakta olan “Avrupalı gibi olma” modasının en önemli etkinliğidir. Balo geleneği ile birlikte “Büfe” kavramı da şehirdeki toplum yaşantımızda yer edinmeye başlar. Bu kavramla birlikte başta “Aperatif” olmak üzere bu alandaki birçok kavram da dilimize yerleşmeye başlar. Aynı yılın en önemli balolarından biri 30 Ağustos 1929 akşamı o dönemlerde oldukça etkin çalışmalar yapan Tayyare Cemiyeti tarafından yine Türkocağı’nda verilir. Zafer Bayramı’na şükran amacıyla düzenlenen ve şehir protokolünün de kalabalık biçimde katıldığı baloda Karantinalı Ayten hanım tarafından oynanan oldukça başarılı zeybek geceye damga vuran olay olur. Büfe her zamanki gibi zengindir. Aynı gece vestiyerde görev yapan Musevi genç kızların kendi aralarında Musevi’ce konuşmaları gazetelerde eleştirilir. [13]

İzmir Türkocağı o dönemlerde, Elhamra Sineması ile birlikte şehirdeki en önemli etkinlik merkezidir. Kış mevsimine rastlayan 1930 yılı Ramazan ayında her gece “Aile Eğlenceleri” adıyla düzenlediği eğlencede Burhan Bey Orkestrası canlı müzik yaparken, alaturka ve alafranga konserlerde verilmektedir. Halkevi gene “Temiz ve ucuz büfe”si ile övünmektedir. Ayrıca binaya kalorifer tesisatı eklendiği de ilanlarda belirtilir. [14]

İncelediğimiz dönemde alkollü içeceklerde henüz “Tekel” yoktur. [15] Günümüzde olduğu gibi birçok marka rakı, piyasadan pay kapmaya çalışırken, bir bölümünün imalathaneleri İzmir’de olan bira şirketleri, “Bira bahçeleri” açılması desteklemektedir. Piyasadaki bira markalarının o dönemde en ünlüsü olan “Aydın” markalı bira da, gazetelerde tanıtımı ya da haberleri en çok görülenlerdendir. [16] Halkapınar semtinde bulunan fabrikanın bahçesi, havalar erken ısınmaya başlamış olacak ki o yıl Nisan ayı sonlarında faaliyete geçer. Bahçenin “İzmir’in tek aile bahçesi olduğu” savunulan reklamda “İstenilen her mezenin büfelerinde bulunacağı, bunun yanında bahçeye dışarıdan da meze getirilebileceği” bilgisi de verilir. Günümüzde bu tür herhangi bir işletmeye dışarıdan meze ya da yiyecek götürülemediğini düşünürsek, bu uygulamanın o dönem için oldukça atılımcı bir tavır olduğu söylenebilir. Aynı günlerde sezonu açan bir başka benzer bahçe ise Reşadiye Birahane ve Bahçesi’dir. [17] Günümüzün Güzelyalı semtinde, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok bilinen bu bira bahçesi, sonraları troleybüs deposu olarak kullanılacak olan ve halen Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi’nin inşa edildiği alanın çok yakınındadır. Bahçenin yerinde, günümüzde Göztepe Spor Kulübü binası bulunmaktadır. İzmir Palas Gazinosu’nda biranın şişe fiyatı 60 kuruş iken, bu bahçenin duble birayı 20 kuruşa vermesi, hem aralarındaki rekabeti hem de Reşadiye’nin, elektrikli tramvay çalışsa da, şehir merkezinden uzakta bir semt olmasının, müşteri üzerindeki olumsuz etkisini göstermektedir. Bu bahçe de dışarıdan meze getirilmesine izin vermektedir. Bu bahçenin işletmecisi, müşteri çekmek için ilerideki günlerde bir başka atılım yapacak ve sahilde bulunan birahanenin deniz banyolarını da devreye sokar. [18]

İzmir’de hem konum hem de işletme becerisi açısından en önemli bahçelerden biri de “Salih ve Falaçi Bahçesi”dir. Kordon’da, sonradan Ege Palas olacak olan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Salih Kulüp” olarak da bilinen yapının bahçesinde yer alan bir işletmedir. Adını sahipleri olan iki işletmeciden alan bahçe, diğerleri gibi, açılışını her yaz başında gazete ilanları ile İzmirlilere duyurmaktadır. Bahçe, 1930 yılı yaz dönemi için Avrupa’dan büyük bir orkestra getireceği haberi [19] ile İzmirlileri 1 Mayıs 1930 günü yapacağı açılış ve sezonun ilk “Suare Dansı”na davet eder. [20] Öte yandan hemen aynı günlerde Buca’daki “Millet Bahçesi” de sezonu açar. [21] Bahçenin bulunduğu ve İtalyan asıllı bir iş adamının benzerleri arasında en geniş bahçeye sahip bir Levanten yapısı olan köşk, sahibinin ölümü üzerine varisleri tarafından Ödemiş Sarıgöllü Hasan Ağa’ya satıldıktan sonra, 1930’lara girmeden az önce yanar. Sözünü ettiğimiz 1930 yılındaki açılış bu yangından sonra ilk kez gerçekleşmektedir. Cuma günleri orkestra ile canlı müzik yapılacak olan bahçede çocuklar için sinema da bulunmaktadır ve fiyatlar da uygundur. [22]

Aynı dönemde hububat fiyatlarındaki düşüş, her geçen gün hızlanmaktadır. Özellikle arpanın okkasının 2 kuruşa düşmesi üzerine gazetelerde “Biranın neden ucuzlamadığı?” hakkında yazılara rastlanır. Bu konuda inceleme yaptıklarını açıklayan gazeteler biranın şişe fiyatının 15 kuruşa kadar düşürülebileceğini iddia ederler. [23]

İzmir’deki benzer bahçeler arasındaki bir başka önemli bahçe ise Türkocağı Aile Bahçesi’dir. Türkocağı binası, günümüzde İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi olarak hizmet veren yapıdır. Konak semti ve Kemeraltı’ya çok yakın olması ve sözü geçen yapının, yukarıda belirttiğimiz gibi, incelediğimiz döneme çok yakın bir tarih olan 1927 yılında hizmete açılması nedeniyle, yeni ve ilginç bir merkez olması, Türkocağı’na gelen giden kişilerin göz önünde bulunması bahçenin de avantajlarıdır. Bu bahçe yukarıda saydıklarımızdan daha geç bir tarihte açılır. Ancak diğerlerinden farklı bir yanı vardır: Her akşam canlı müzik yapılmaktadır. Bahçeyi benzerlerinden ayıran bir başka özellik ise “Üye Kartı” olmadan girilemediğinin belirtilmesidir. Ancak bu karttan edinmek isteyen ailelerden kart ücreti alınmamaktadır. Bahçe yönetimi gazete ilanlarında “Büfelerinin her yerden temiz ve ucuz olduğunu” vurgulamaktadır. [24] Mithatpaşa Caddesi üzerindeki bir diğer bahçe ise Göztepe semtindeki Sadık Bey Aile Bahçesi’dir. Mithat Paşa Caddesi üzerinde, günümüzde 693 numaralı yapının karşısına düşen kısımda yer alan bu alanda, 20. Yüzyıl’ın başında Karamrin Bahçesi adıyla bilinen ve konserler de verilen bir başka gazino vardır ve Rum işletmeciler tarafından çalıştırılmaktadır. İzmir’in kurtuluşundan sonra bir zaman bakımsız kalan bahçe yeniden düzenlenir ve 1929 yılında bulunduğu semtin adından esinlenerek yeni adıyla açılır. Bu bahçe de, yeni açılıyor olmanın verdiği hareketle canlı müzik eşliğinde servis vermektedir. Gazete ilanlarında “Fiyatlarının da son derece uygun olduğu” vurgulanır. [25] Öte yandan hem Türkocağı hem de Sadık Bey bahçeleri kısa zaman sonra, sürekli canlı müzik yapan anlaşmalı grupların yanı sıra “Konser” niteliğindeki etkinlikleri de programa alırlar. Bunun ilk örneği de o dönemlerde İzmir’de oldukça popüler olan müzik adamı ve bestekar Niyazi Bey [26] yönetimindeki grubun iki bahçede art arda verdikleri konserlerle görülür. Bu dizinin ilk konserini Karşıyaka’da veren Niyazi Bey ve grubu Temmuz ayı sonlarında iki gün arayla iki bahçede de konseri yinelerler. Çalınan eserlerin tamamı Niyazi Bey’e aittir ve içlerinde “Erkek Nedir?” ve “Kadın Nedir?” fantezileriyle, Karşıyakalılara ithaf edilen “Sinekler” gibi o günlerde beğeni alan parçalar vardır. [27] Dönemin gazetelerinde, büyük çoğunluğu yazlık bahçe türü olan bu gazinolar yanında, kış mevsimine özgü hizmet veren gazino ilanlarında da rastlanır. Bunlardan biri de o dönemde Hükümet Caddesi adıyla anılan, günümüz Anafartalar Caddesi üzerinde bulunan Güzel İzmir Oteli’ne bağlı olarak hizmet veren Türk Yuvası Lokanta ve Gazinosu’dur. Gazino ilanlarında “Öğle yemeği sırasında klasik batı müziği, akşam yemeklerinde ise incesaz ile müzik yapıldığı” yer almaktadır. [28]

“Bar” ve “Kafe Şantan”lar, incelediğimiz dönemin oldukça popüler eğlence yerlerindendir. Gazetelerde genellikle bu yerlerle ilgili olarak yer alan yazılarda sözü geçen, müşteriye sunulan meze türlerinden konumuz ile ilgili olması açısından söz etmek istiyoruz. Bu konudaki yazı ve haberlere göre, bu tür yerlerde şampanya, viski, şarap ve likör kullanılmakta ayrıca meze olarak rokfor, jambon, gravyer verilmektedir. Bu içki ve mezeler “Babalarımız meyhanelerde bunları mı yer, içerdi? İktisadiyatı harap olan millet safahata dalarmış” diyerek eleştirilmektedir. [29]

O yıllarda, ilerideki yıllarda çok yaygınlaşacak olan “Kurumsal çay partileri”nin ilk örnekleri de görülür. Çağdaş, sosyal toplum yapısına geçişin önemli özelliklerinden biri olan bu tür etkinlikler, böylece bu alanda da örneklerini vermeye başlamış olur. Yiyecek – içecek kültürü ile ilgili bir yazıda, o dönemlerde “Ziyafet” olarak adlandırılan bu çay partilerinin en azından bir tanesinden söz etmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Bu ziyafet 6 Haziran 1929 Perşembe günü İzmir Öğretmenler Birliği’nin, “Meslekte 20 yıllarını dolduran öğretmenler” [30] onuruna, Türkocağı salonunda verilir. [31] Onur konuğu öğretmenler kendilerine ayrılan özel bir masaya alındıktan sonra ilk konuşmayı Öğretmenler Birliği Başkanı Mustafa Rahmi Bey yapar ve öğretmenleri konuklara tanıtır. Onur konuğu öğretmenlerden Necati Bey’in teşekkür konuşmasını İzmir Milletvekili Vasıf Bey’in yaptığı ve devrimleri öven ve çok alkışlanan bir konuşma yapar. Ziyafet’te konuklara çayın yanı sıra bisküvi ve pasta ikram edilir. [32] Türkocağı birçok ulusal gün ve bayramlar gibi 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda da çeşitli etkinlikler yapmaktadır. Nitekim, 1930 yılı bayramında Türkocağı’nın çocuklara çikolata ve şekerleme dağıtacağı da gazete haberleri arasında yer alır. [33] Bahçeli eğlence yerlerinden biri olan, Kordon’daki Zühre Gazinosu da yeni modaya uyar ve bahçesini bu tür etkinliklere açar. Dönemin gazete sütunlarında Verem Mücadele Cemiyeti’nin burada düzenlediği “Garden parti”yi de görürüz. [34]

Bu tür balo, ziyafet ve çay partileri çoğalıp, Türkocağı salonu, bahçesi ya da İzmir Palas gibi mekanlar ilk düşünülen yerler olunca, olanakları olan bazı lokantalar da bu pazardan pay kapmak için mekanlarını ve servislerini bu işe uygun hale getirmenin yollarını arar. Bunlardan biri de Halimağa Çarşısı 5 numara adresindeki Hüsnütabiat Lokantası’dır. Hüseyin Bey’in işlettiği ve benzer lokantalar arasında öncü olan bu lokanta, abone kaydı yaptığı konutlara servis yapılması, şehirde düzenlenen balo, ziyafet, çay partileri için sipariş kabul edilmesi ya da ziyafet verilecek yerde gerekli tüm malzemenin sağlanması gibi uygulamaları ile oldukça popüler hale gelir. Üstelik lüks olduğu halde İzmir’in en ucuz lokantası olduğunu iddia eden işletme temizliğe de çok önem verdiğini ayrıca duyurur. [35] Dönemin ünlü gazinolarından biri de, Türkocağı bahçesinin hemen bitişiğindeki Sahil Park Gazinosu’dur. Günümüzde Konak Orduevi’nin bulunduğu arazi üzerinde 1930’lardan 1950’lerin ortalarına kadar var olacak olan bu gazino, sahibi İzmir Belediyesi olduğu halde, halk arasında işletmeciliğini yapan kişinin adıyla tanınır. Gazetelerdeki haberlerden İsmet Gazinosu’nun yaz döneminde gece 02:00’de kapandığını öğreniriz. [36]

İncelediğimiz yıllarda İzmir’de bu tür sosyal hareketlerin moda alanında da karşılığı görülür. Her yaz mevsimi öncesi Valilik düzenlemesi ile toplanan bir kurul, o yıl İzmirli erkeklerin giyimleri üzerine karar vermektedir. Bu uygulama, o dönemlerdeki para sıkıntısı ile yoğun biçimde uygulanan yerli malların kullanılmasını desteklemek amacı ile yapılmaktadır. Bu çalışma ile ilgili gazete haberi şöyledir:

“Mukarrer olduğu veçhile dün Veremle Mücadele Cemiyeti’nde Vali Kazım Paşa hazretlerinin riyasetleri altında Yerli Mallarını Koruma Cemiyeti tarafından bir toplantı ya­pılmış ve bu toplantıya Polis Müdürü Ömer, Sanayi ve Mesai Müdürü Naci Beylerle memleketin birçok zevatı ve spor kulüpleri mümessilleri iştirak etmişlerdir. Toplantının sebebi yerli malla­rından olmak üzere bir İzmir modası ihdası idi. Yapılan uzun müzakerat neticesinde şu şekil taka­rrür etmiştir.

1 – Kadıköy mamulatı Beyaz renkli ve siyah çizgili kumaştan avcı biçimi, medeni yakalı, kendinden kuşaklı, dört cepli ceket.

2 – Yerli ipekliden krem renginde, takma yakalı gömlek. Kravat gömleğin kumaşından olacaktır.

3 – Ceketin üst sol cebinde yerli ipekli mendil.

4 – Pantolon yerli kumaştandır. Biçimi ve rengi zevke bırakılmıştır.

5 – Kumaşların satıldığı yerle dikilecek terziler gazetelerle ilan edilecektir. Ceketle gömlek ve kravat azami yedi buçuk liraya çıkacaktır.

Haziran evasıfına doğru, bu mo­danın derhal yayılacağı muhakkaktır. Çünkü çok zarif olduğu gibi her yaşta insanların da giyebileceği şekildedir. Vali Paşa hazretleri ilk giyinenler arasında bulunmaktadır. Gazetemiz mensupları da bittabi ilk giyinenler arasındadır.”
[37]

Sosyal yaşama uyun sağlamaya çalışan İzmirlilerin birçoğu giyim kuşamlarına dikkat ederek bu tür etkinliklere giderken, halka açık eğlence yerlerinde olay çıkaranlara da sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan biri de Bayraklı Sahil Gazinosu’nda meydana gelir. Olay gecesi gazinoda saz çalarken, müşterilerden biri “Zeybek havası çalınmasını” ister. İsteği çalınmaya başlayınca ayağa kalka­rak oynamaya başlar. Bu sırada gazino işletmecisi Ahmet efendi’nin masasında bulunan, arkadaşlarından Rahmi efendi ayağa kalkarak, çal­gıcılardan “İstiklal Marşı’nı çalmalarını” ister. O sırada Zeybek çalmayı bitiren çalgıcılar, en azından müşterinin isteğini yerine getir­mek için, İstiklal Marşı yerine Sa­karya Marşı’nı çalarlar. Rahmi efendi, herkesin ayağa kalkmasını ister ancak müşterilerden bir bölümünün ayağa kalkmadıklarını görünce yanındaki iskemleyi kaparak bunların masa­larına atar ve iskemle orada oturmakta olan M. Pol’ün eşine isabet eder. Bu nedenle çıkan kavga büyüyünce kadınlarla çalgıcılar ve müşterilerden çoğu kaçar, diğerleri ise kavgayı sürdürür. Bir garson da elinden yaralanır. Sonunda polis yetişir ve Rahmi efendi’yi karakola götürür.” [38]

Benzer bir olay Türkocağı bahçesindeki gazinoda gerçekleşir. Bu olay da bir şarkıdan kaynaklanır. İzmir’de görev yapan Mısır Konsolosu Amar Bey, güzel bir zaman geçirmek için gittiği gazinoda, hanendeler arasında bulunan Nezihe hanıma Arapça bir şarkı söylemesi için haber gönderir. Ülke çapında ünlü bir sanatçı olan ve piyasada birçok birçok plağı bulunan Nezihe hanımın Türkocağı’nda söylemeye daha o gün başladığı gazete ilanlarından anlaşılmaktadır. [39] Mısır Konsolosu’nun da gazinoya bu nedenle geldiği düşünülebilir. Ricayı kırmayan Nezihe hanım, şarkıyı söylemeye başlar. Ancak, gazino müşterileri arasında bulunan Hamdi Bey ayağa kalkarak “Burası Türkiye’dir! Zamanında tutuk iken bize her türlü kötülüğü yapmış olan Arapların şarkısı burada söylenemez!” diye bağırır ve Nezihe hanımı da uyararak susturur. O heyecanla hızını alamayan Hamdi Bey söylevini sürdürür:

“Cevap verin ey ahali! Söylediklerim doğru mudur? Burası Türkocağı’dır. Arap şarkısı buraya girebilir mi?”

Bununla da yetinmez ve şarkının söylenmesini istemeyenlerin el kaldırmalarını önerir. Gazinoda bulunanların bir kısmı öneriyi desteklemek için el kaldırırken, bir kısım seyirci de el kaldırmaz. Zaten, olaydan çok korkan Nezihe hanımın da şarkı söyleyecek hali kalmamıştır. Beş dakika zaman geçmeden de Mısır Konsolosu gazinoyu terk eder. Olay yatıştı sanılırken seyirciler arasında bulunan Şefik adındaki bir kişi birden ayağa kalkar ve bağırır:

“Nezihe hanım Arapça şarkıyı söyleyecektir. Türkocağı Gazinosu’nda Alafranga çalgı çalınırken Şark musikisinin men edilmesi doğru olmaz!”

Ortam yeniden gerginleşirken Hamdi Bey ve arkadaşları kendisini, bulunduğu yükseltiden aşağıya indirerek susturur. Konu gazetelerde hemen yer bulurken [40], Hamdi Bey ve arkadaşlarının, Şefik Beyi “Nasıl susturdukları”nın açıklanmadığı da görülür.

1930 yılında bazı gazinolarda Zeybek müziği çalınması yasaklanır. Bunun nedeni, bu gazinolarda Zeybek müziği çalınması nedeniyle müşteriler arasında çıkan kavgalardır. Bir gazete haberinden, aynı yılın sonlarına doğru bu yasağın kaldırıldığını öğreniriz. [41] Ancak yine de gazeteler bu tür olaylara çalınan parçaların neden olduğu ısrarını sürdürür. Safa Gazinosu’nda meydana gelen olay buna örnektir. Gazinodan ayrılırken aldıkları alkolün etkisiyle önce başka bir müşteri ve garsona sataşarak olay çıkaran ve gazinoda karışıklık çıkması üzerine olaya müdahale etmeye çalışan güvenlik görevlilerine de saldırmaya kalkan dört kişi ile ilgili haberlerde yer alan yorumda “Bazı gazinolarda bu gibi uygunsuzluklara bazı kanto ve oyunların sebep olduğu; özellikle Harmandalı zeybek havasının patırtı çıkarmak için yeterli bir neden olduğu” belirtilir. [42] Sözü gelmişken örneğini verdiğimiz “Gazete haberlerinde haber ile birlikte yorum yapılması”nın o dönemde oldukça yaygın bir uygulama olduğunu belirtmek isterim.

İzmir Belediye Meclisi’nin toplantılarında, bazı yasaklama kararlarının da alındığı görülür. Sözgelimi 13 Şubat 1931 tarihli toplantıda alınan “Kahvehanelerde yüksek sesle kahve ve çay ısmarlanmasının men edilmesi” kararından sonra bir zaman, şehirdeki kahvelerde “Şekerli Bir!” diye bağırılması ortadan kalkmıştır. Yine aynı toplantıda “Lokantalarda kasada oturup para alan kişilerin yemek servisi yapmasının yasaklanması” önerisi reddedilirken; “Hileli süt satanların sütlerine el konulmasının yanı sıra ceza sorumluluklarının da olması” önerisi kabul edilir. [43]

İzmir’deki çalgılı gazinolar hakkında gazetelerde yer alan yazılarda zaman zaman “Fiyatların yüksekliği”nin de konu edildiği görülür. Hatta bu tür eleştirilerin fıkra misali de yer aldığı gözlemlenir:

“- Çalgılı gazinolara gittin mi?
– Gittim.
– Nasıl, güzel okuyorlar mı?
– Evet, iyi okuyorlar! Fakat kızlar değil, garsonlar!
– Ne okuyorlar?
– Müşterilerin kesesine ve canına yalelli!
– Bu yalelli çok mu sürüyor?
– Para bitinceye kadar!”
[44]

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yiyecek – içecek kültürünü araştırırken bazı meyve türleri için düzenlenen özel bayram günlerini de incelemek gerekir. Pınarbaşı’nın Nar Bayramı [45] gibi ünlü kutlamalardan biri de incir için yapılır. 23 Ağustos 1929 tarihi de bu bayramlardan birine denk gelir. İncir meyvesinin ana pazarı durumundaki Yemiş Çarşısı’nda, o gün sabah erken saatlerden itibaren işçibaşıları toplanır. Bir anlamda İzmir’e servet getiren mübarek ürünün şehre gelmek üzere olduğunu davul çalarak ve çeşitli şenliklerle halka duyururlar. Öğleye doğru biri Selçuk, diğeri ise Ödemiş’ten gelen ilk iki kamyon incir, sevinçle karşılanarak mağazalara alınır. Ancak asıl parti akşamüstü Alsancak Gar’ına gelecektir. Bu nedenle garda düzenlenen törene Vali Kazım (Dirik) Paşa, İzmir Belediye Başkan Vekili Ferit, Doğubeyazıt Milletvekili Halit (Bayrak), ABD ve İngiltere konsolosları, o günlerde İzmir’de bulunmakta olan şarap uzmanı M. Bofar, İzmir Ticaret Odası Başkanı Balcızade Hakkı, İzmir Ticaret İl Müdürü Ziya, İzmir Ticaret Odası Genel Sekreteri Turgut (Türkoğlu), Şerifpaşazade Remzi (Reyent), İzmir Ticaret Borsası başkanı Şükrü (Cevahircizade) ile yüzlerce iş adamı katılır. Beklenen katar 17:00’de gara girer. Yeni ürün Ticaret Odası Genel Sekreteri’nin konuşması ile selamlanır:

“… Memleketimize servet ve saadet getiren incirin ilk gelişini, şehrimiz sevinçle selamlar.”

Daha sonra yeni mahsul incirin birer kutusu önde gelen konuklara takdim edilir. Daha sonra konuşan Vali Kazım Paşa “Yeni mahsulün şehre refah ve saadet getirmesini ve de üreticiye, işçiye ve tüccara hayırlı kârlar” diler. Daha sonra oluşturulan otomobil korteji önde askerî bando olduğu halde şehir merkezine doğru yola çıkar ve bayram çeşitli etkinliklerle sürer. [46]

Ülke ekonomisinin çok güçlü olmadığı o dönemde bazı gıda maddeleri üzerinde “Narh” diye bilinen bir tür fiyat kontrolü uygulanmaktadır. Bu gıda maddelerinin başında da kasaplık et gelmektedir. 1929 yılı güz mevsimine girilirken celeplik yapan Caferaki kardeşler İzmir Belediyesi’ne başvurarak “Narhın 10 kuruş altında et satmak izni” isterler. Bu tarihten daha önce böyle bir ucuz satışı kendi organizasyonu ile gerçekleştirmek isteyen ancak başarılı olamayan İzmir Belediyesi bu öneriyi hemen kabul eder ve ucuz etin öncelikle İkiçeşmelik ve Eşrefpaşa semtlerinde satılmasını celeplere bildirir. Böylece koyun etinin kilosunun 80 kuruşa satılacağı bu iki semte daha sonra Mezarlıkbaşı, Tilkilik, Tepecik, Başdurak, Alsancak, Şehitler, Karantina, Göztepe ve Reşadiye semtleri de eklenir. [47] Bu uygulama şehirde hoşnutlukla karşılanır.

Ülkemizde gelişen ilaç vb. yan sanayinin tohumları İstanbul ve İzmir’in köklü eczanelerinde atılmıştır. Bu eczanelerin en önemlilerinden biri, adı sonraları İzmir Devlet Hastanesi olacak olan Guraba-i Müslimin’in ilk Türk baş eczacısı Süleyman Ferit Beyin Şifa Eczanesi’dir. [48] O günlerin gazetelerinde Şifa Balık Yağı ilanlarına sıkça rastlanmaktadır. [49]

Yukarıda özellikle “Bira” servisi yapan bahçelerden söz etmiştim. Ancak o günlerin İzmir’inde rağbette olan içki bira değildir. Her zaman olduğu gibi “Milli” içkimiz rakı, tüm içkilerden çok satılmaktadır. Henüz tekelleşme olmadığı için de piyasada farklı markaların rakıları pazar kapmak için gazetelere sık sık ilan vermektedir. Özellikle 1929 yılı sonuna doğru görülmeye başlayan bu ilanlar ve ilanlarla da olsa rakı üreticisi şirketlerin birbirleriyle kapışmaları 1930 yılı boyunca da sürer. Günün önemli markalarından biri “Kabadayı Rakısı”dır. Bu rakının üretiminde, rakiplerden olan “Muhabbet Rakı”dan transfer ettikleri Steven adlı bir uzman da çalışmaktadır. İşte bu uzman Kabadayı Rakı’ya bir çalım atıp yeniden “Muhabbet Rakı”ya gidince, gazetelere ilan verilir:

“Kabadayı rakı fabrikasından alakamı kestim tekrar Muhabbet Rakı Fabrikası’na girdim. Muhabbet rakısının muhterem müşterileri bundan böyle meşhur Muhabbet rakısını bütün rakıların fevkinde daha nefis ve daha sıhhi olarak içmekle zevkıyab olacaklarını tebşir etmekle kesbi şeref eylerim. Rakı mütehassısı Steven.” [50]

Bu ilanların da etkisiyle satışları artmış olduğu anlaşılan Muhabbet Rakı kısa zaman sonra bir başka rakibi olan Halk Rakı’yı da satın alarak üretimini arttırır. Her iki fabrikanın da üretim müdürlüğü yukarıda adı geçen uzman Steven tarafından yürütülür. Bu dönemde gazeteye verilen ilanlardan rakı uzmanı Steven’in “Devri daim teşkilatlı, son sistem rakı imbiklerinin mucidi” olduğu öğrenilir. [51]

Muhabbet Rakı işletmesi sahibi olan Eczacı Hasan Fehmi Bey, bir zaman sonra o dönemlerde az görülen bir uygulama yaparak Muhabbet Rakı’yı piyasadan çeker ve kısa zaman sonra da, Kibar Rakı’yı piyasaya sürer. Bu arada işletme de yenilenmiş ve fabrikaya son sistem Avrupa kazanlar eklenmiştir. [52] Piyasadaki iddialı rakı markalarından biri de Nermin Rakı’dır. Hamdi Hakkı Bey tarafından kurulan işletmenin fabrikası Aydın şehrinin Kuleli Bağ mevkiindedir. Rakının dağıtımı Mezarlıkbaşı semtinde, karakol karşısında Suphi Ziya şirketi tarafından yapılmaktadır. Nermin Rakı ilanlarında daha çok “Halis üzüm ve anasondan mamul” olduğu vurgulanır. [53] Rakipleri tanıtımlarını arttırmaya başlayınca Kibar Rakı, yeni çıkmış olmasına karşın logosunda bir değişiklik yapar ve adının yanına 10 sayısını ekler. Bunun kesin nedenini bilememekle birlikte “Kibar Rakısı 10 numara rakıdır” demek istemişler diye düşünülebilir. Karşıyaka’da üretilmekte olan ve genel dağıtımı Asmalı Mescit semtinden yapılmakta olan Kibar Rakı bir de yenilik yapar ve şişesi özel bir jelatin ambalaj içinde takdim edilir. [54] Her nedense birkaç ay sonra “10 numara” sözünden vaz geçilir. Gazete ilanlarında başarılı olan Kibar Rakı için bu kez “Diyaloglu ilan”lar verilir. Hedef kitle; “Kibar” hanımefendi ve Beyefendilerdir. [55] Aynı piyasadan pay kapmaya çalışan bir başka marka ise “Salon Rakı”dır. Bu rakının gazete ilanlarında daha çok “Salonlar ve mahfeller için halis üzüm ve anasondan üretildiği” vurgulanır. [56] Aynı dönemin bir başka iddialı markası “Güzelyer Rakı”dır. “Nefis ve ucuz” olarak reklamı yapılan bu rakının kiloluk şişesi 160 kuruşa satılmaktadır. [57] Sahibi olan Anadolu Üzüm Şirketi bir zaman sonra bu rakıyı “İkramiyeli” olarak piyasaya sürer. Rakı şişelerinin ağzını kapatan mantar ile onun üzerinde kullanılan parşömen kağıt arasına kiloluk şişelerde on, yarım kiloluklarda beş, 250, 225 ve 200 gramlıklarda iki ve yüz gramlık şişelerde bir liralık ikramiye bileti konulur. [58] Aynı dönemde İzmir kamuoyunu günlerce meşgul eden ve aşağıda ayrıntılı olarak aktarmaya çalıştığımız “Türkocağı’nda rakı içilmesi” konusu gazetelerde de geniş olarak yer alınca, rakıdan bu kadar söz edildiği dönemde fırsatı kaçırmayan “Güzelyer Rakı”nın gazete ilanlarına yeniden ağırlık verdiği görülür. [59] Bu arada bir gazete haberinden de “Misket türü üzümden soma imal edilmesi” hakkında bir yönetmeliğin İzmir’e ulaştığı bilgisini de öğreniriz. [60] Dönemin marka bolluğunda satışa sunulan bir başka rakı ise “Yüksel Rakı”dır. Gazete ilanlarında rakının tanıtımı “Kabadayı’nın Yüksel Rakı’sı da az zaman içinde kendini kabadayı kadar yükseltmiştir” sloganı kullanılarak bu rakıya farklı profilde bir müşteri pazarı yaratılmaya çalışılır. [61]

1930’lu yıllar rakı markalarının gittikçe artışının gözlemlendiği bir dönemdir. Yukarıda sözünü ettiğim Pazar savaşı “Kafadar Rakı” ile daha da kızışır. [62] Bu markaları sonraki aylarda piyasaya sürülecek olan “Yamanlar Rakı” ile “Kordon Rakı” izler. Rakıya tekel uygulanmasına kadar sürecek olan bu dönemin sonlarına doğru gazete sayfalarındaki ilanlara kadar taşan pazardan pay kapma savaşında bir dönem manili ya da şiirli tanıtımlar da moda olur. Sözgelimi Kabadayı Rakı, şu mısralar ile müşteri yaratmaya çalışır:

Kabadayı benim içtiğim rakı
Kabadayı’dır başka anlamam
Bir kilo içsem bundan her akşam
Dokunmaz, dağıtır gamı, merakı.

Kanında varsa efelin senin
Bu rakı elinden bir an düşmesin.


Söz bu konudaki şiirlerden açılmışken sonraki yıllarda gazete sütunlarına yer alan aşağıdaki dizeleri konuyla ilgisi açısından buraya almadan edemedim.

BENİM MODAM

Meyhaneden çıkarım
Hiç durmadan atarım narayı
Gene elimde şişe
Ters görsem de dünyayı.

Güzel bir kız görünce
Çapkın çapkın bakarım
O da gözü süzünce
Ben yakarım abayı.

Bazı gece yarıdan
Sonra gitsem de eve
Korkmam o gün karıdan
Yerim diye sopayı.

Evli gibi düşünmem
Etraflıca her şeyi
Ben kendime eş yaptım
Cebimdeki şişeyi.

Kolonya, esans değil
Şarapla kokar odam
Ayıplamayın dostlarım
Bu da benim modam.
[63]

Söz rakı konusundayken ve o dönemde gazete sütunlarında oldukça yer etmiş bir olaydan da söz etmeden geçmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Yukarıda da görüldüğü gibi İzmir’de içki servisi yapan bahçelerin içinde Türkocağı da vardır. Bir gazete yazısı bir anda dikkatlerin buraya çevrilmesine neden olur. Bu yazıda “Türkocağı’nın meyhane yapıldığı. Bazı pespaye kadınların gece yarısından sonra ocağa alındığı ve ocakta kumar oynandığı” iddia edilir. [64] Türkocağı yönetimi yazı üzerine hemen toplanır ve bir basın duyurusu hazırlanır. Basın duyurusunda “Türkocağı’nın, mensuplar ve ailelerinin dinlenmeleri için işletmeye verildiği; ocağa gelen binlerce vatandaşın iddiaların gerçek olmadığının tanığı olduğu; kumar ve kadın konusunun gerçek dışı olduğu” açıklamaları yer almaktadır. [65] İzmir basını beklenmedik bir anda çıkan bu olaya olması gerekenden fazla ilgi gösterir ve deyim yerindeyse kısa zamanda “Her kafadan bir ses çıkar” hale gelinir. İddia sahibi ile Türkocağı yönetimi arasındaki sorun o kadar önemsenir ki, başyazılara bile konu olur. [66] Bu arada gazetelerde “Hukuk müşavirleri ile birlikte toplanan Türkocağı Yönetim Kurulu’nun haberin yer aldığı gazete aleyhine hakaret ve iftira davası açması kararını aldığı” haberleri de ön planda yer alır. [67] Olay, Ankara’da Türkocağı Genel Merkezi’ne de yansır ve o dönemde Başkan olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey bir açıklamada bulunur:

“İzmir Ocağı’nda içki içildiğini duydum. Sordum, tahkik ettim. Müfettişler tahkikata başlamıştır. Ocaklar ve ocaklılar şiddetle içkinin aleyhindedir… Ben şahsen müteessirim.”

Bu demeç İzmir Türkocağı’nda üzüntüye neden olur. Ocak Başkanı Esat Bey, gazetecilerin konu ile ilgili soruları yanıtlarken “İzmir’e müfettiş gelmediğini; Ocak bahçesinin beş yıl için ve beş bin lirayla kiraya verildiğini; İşletmecinin ocakta çalışan işçilerin maaşları için de ayrıca bir beş bin lira vereceğini, hatta elektrik, su ve telefon gibi harcamaları da kabullendiğini” belirterek “Bunların yanı sıra başka yatırımları da yapacağını bildikleri işletmecinin kahve, çay, ayran gibi içecek satmasına izin verdiklerini ancak kesinlikle alkollü içki servisi yapılmadığını” belirtir. [68]

Ancak Esat Bey her ne kadar “Müfettiş gelmediği” şeklinde beyanda bulunsa da müfettiş bir anlamda “Yoldadır!” Türkocakları Merkez Heyeti müfettişlerinden Burhan Bey Gülcemal vapuru ile İzmir’e gelmektedir. Üstelik yalnız da değildir. Türkocakları Merkez Heyeti Reisi [69] Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey de kendisiyle birliktedir. Bu geliş gazetelerde heyecanla duyurulur. Haberlerdeki “Heyecan”, -Yukarıda da belirttiğim gibi- o dönemlerde gazete haberlerinin günümüzdeki “Yalın ve tarafsız olma” ilkesinin aksine, “Yorum katılarak” yazılmasından kaynaklanmaktadır. Söz gelimi Anadolu Gazetesi haberin sonunu “Hamdullah Suphi Bey’in burada yapacağı tetkikat neticesinde meseleyi ne suretle halledeceği bittabi şimdiden kestirilememektedir. Hakiki vaziyetin şu birkaç gün içinde taayyün edeceği tahmin olunuyor.” [70] şeklinde bitirirken, Hizmet Gazetesi’nin şu yorumu yaptığı görülür:

“Gerek Hamdullah Suphi Bey ve gerek Burhan Bey buraya kadar zahmet edip geldiklerine çok iyi ettiler. Gelsinler, görsünler, tetkik, tahkik etsinler ki bu mesele bitsin ve Türkocakları’nın mabet mi, türbe mi, kulüp mü, ne oldukları katiyetle meydana çıksın. Misafirlerimize hoş geldiniz deriz…” [71]

Türkocakları İzmir Şubesi Yönetim Kurulu’nun Hamdullah Suphi ve müfettiş Burhan Bey ile yaptığı ilk toplantıda bir sonuca ulaşılmaz. Söz konusu toplantının basın ve diğer kişilere kapalı yapılması eleştirilere neden olur. [72] Bu arada toplantının yapıldığı gün Anadolu Gazetesi’nin “İmzasız” başyazısında “Türkocakları’nın cami ya da medrese olmadığı. Rakı içilebileceği ancak işletmeci seçiminde dikkatli olunması gerektiği” düşüncesinin savunulduğu görülür. [73] Ertesi gün yapılan toplantının uzlaşma ile sonuçlandığı görülür. [74] Gazete haberlerinde “Türkocağı bahçesi ile ilgili kontratın feshedilmeyeceği; Hamdullah Suphi Bey’in yalnızca ocaklarda değil ocakların bulunduğu mahallerde dahi içki içilmesinin doğru olmadığı düşüncesine karşın, İzmir Ocak bahçesinin yönetim biçimine karışmayı uygun bulmadığı” bilgileri yer alır. [75] Hamdullah Suphi Bey de hazırladığı basın bildirisinde uzlaşmayı doğrular:

“…mesele tamamen halledilmiştir. Birbirimize söylediğimiz fikirlerden ve aramızda hasıl olan muvafakatten sonra alınacak tedbirleri aziz arkadaşlarıma bırakarak avdet ediyorum.” [76]

Ancak Türkocağı’nda rakı ile ilgili uzlaşma toplantısının yapıldığı gün yine Türkocağı’nda düzenlenen bir konferans oldukça ilgi çekicidir. Konferansı veren İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh ve Sinir Hastalıkları Bölüm Başkanı Dr. Fahrettin Kerim (Gökay) Beydir. Konferansın konusu ise “Alkol ve kötülükleri” üzerinedir. [77]

Bu gelişmeden bir gün sonra Hamdullah Suphi Bey’in yine Türkocağı salonunda verdiği konferansta söylediği sözler konuyla ilgilenen herkesi şaşkına çevirir. Konferansın konusu “Cemiyet Hayatı”dır. Ancak konuşması sırasında sözü beklenmedik biçimde bilinen konuya getiren Hamdullah Suphi Bey “Türkocakları’nda rakı içmek değil, içilip içilmeyeceğini bile sormak hatadır.” diyerek “Ocak” ile “Rakı” kavramlarının bir araya gelemeyeceğini uzun uzun açıklar ve sözlerini şu cümleyle bitirir:

“Meyhane haline getirilen bir ocağa hangi namuslu aile kızını ve karısını gönderir?” [78]

Bu sözler üzerine İzmir Türkocağı Yönetim Kurulu istifa yazısını hemen toplantı bitiminde Hamdullah Suphi Bey’e takdim eder. Ertesi gün İzmir basınında manşete taşınmakla kalmaz, Hamdullah Suphi Bey için ağır eleştiriler getirilir. Hizmet Gazetesi “Hamdullah Suphi Bey gıyabımızda söyleneceğine karşımıza çıksın. Burası İzmir’dir” başlığıyla verdiği haberde şu cümleleri de kullanır:

“Bir gün evvel her şeyi idare heyetine terk ettiğini ve artık arada mesele kalmadığını gazetelere söylediği ve bu söyleyiş gazete sütunlarında yer bulduğu halde bir gün sonra başka bir mevzuu vesile ittihaz ederek idare heyetine yüklenmenin ve orada hazır olmayan Zeynel Besim Beye tecavüz etmenin ahlaki mahiyetini aziz kariler, artık siz takdir edersiniz… Hamdullah Bey! Burası İzmir’dir. Burası ilim meydanı, münakaşa meydanı, hürriyet meydanı, fazilet meydanıdır. Burada fikirler cebren ve kahren kabul ettirilemez. Burada adamın arkasından söz söyletmezler… Bu ne vaziyettir Beyefendi, sizde sözüne riayet denilen meziyetten bir zerre olsun yok mudur ve yok muymuş? Münakaşa yapalım, muaraza edelim. Akşamları bazıları rakılarını içerler, zatıaliniz de zemzeminizi içip keyfinize bakarsınız.” [79]

Basında yer alan haber ve yorumlar bir sonraki gün daha da şiddetlenerek yer alır. Hamdullah Suphi Bey’in “Sözlerim yanlış anlaşıldı” ifadesine yer veren Anadolu Gazetesi; “Ocak meselesi bitmedi. Sırtımızda aba, elimizde asa mürit olmak istemiyoruz!” başlığıyla ele aldığı konuda “Yapılacak ilk işin yeni yönetim kurulu seçiminde, İzmirli aydınlar ve gençlerin, Hamdullah Suphi Bey’in keyif ve isteğiyle hareket eden bir koyun sürüsü olmadığını anlatmak” düşüncesini savunurken [80], günlük köşe yazılarından birinde de Hamdullah Suphi Bey eleştirilir. [81] Öte yandan bir gün önceki gazetelerde konu hakkında düşünceleri yayımlanan Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Salih Bey’in de adının konu içinde yer almasından rahatsızlık duyduğu ve bu nedenle hakkında çıkan yazıları tekzip ettiği de görülür. [82]

Öte yandan Türkocağı yönetim kurulu seçimlerinin kısa zaman sonra yapılacağı haberi de ilgi gören gazetelerin konuyu genişleterek, Hamdullah Suphi Bey’in önderliğinde inşa edilen Ankara Türkocağı için harcanan bir buçuk milyon lirayı da şiddetle eleştirdikleri görülür. [83] Bu tür eleştiriler sonraki günlerde de basında sıkça yer alır. [84]

Bu arada İzmir Türkocağı Yönetim Kurulu’nun, başlangıçtaki “Rakı” konulu haber için Yeni Asır gazetesi aleyhine açtığı davanın görülmesine de başlanır. [85] Böyle bir davanın kabul edilip edilmeyeceğini görüşen İzmir Asliye Ceza Mahkemesi heyeti, davayı kabul ederek tarafların savunmalarını ve karşılıklı iddiaları dinlemeye başlar. [86] Davada, davacı konumundaki Türkocağı Yönetim Kurulu’nu Avukat Cevdet (Akömer) Bey, davalı Yeni Asır Gazetesini ise Başyazar İsmail Hakkı (Ocakoğlu) Bey ile Sorumlu Müdür Abidin Bey temsil etmektedir. Celselerden birinde, Türkocağı bahçesinde bir zaman garsonluk yapan Eyyüp efendi de tanık olarak dinlenir. Gazetelerde yer alan ifadesi şöyledir:

“Türkocağı gazinosunda rakı içilmesine müsaade ediliyordu. Havanın yağmurlu olduğu sıralarda müşteriler salon dahiline alınırdı. Çalgı çalınır ve içilirdi. Gazinoda hanendelik eden genç kadınlar saat yirmi dört’te işlerini bitirdikten sonra gazino müsteciri Recep Zühtü Bey onları içeri alarak yemek yiyorlardı. Fakat erkeklerin de oraya girerek yemek yediklerinden haberim yoktur.” [87]

Bu arada birkaç gün sonra gazetelerde yer alan bir haberden Türkocağı Yönetim Kurulu’nun istifalarını vermek üzere genel kurul toplantısı yapmaya karar verdiğini öğreniriz. Bu habere göre “Ocak Reisi Esat Bey, Ankara’dan gelir gelmez heyeti umumiye içtimaa davet olunacaktır.” [88] Aynı habere göre ocağa kayıtlı İzmirliler, Yönetim Kurulu’nun olaydaki davranışını onayladıkları için kendilerini yeniden seçeceklerdir. Sonraki birkaç ay içinde gazetelerde Türkocağı ile ilgili herhangi bir habere rastlanmaz. Ancak 1931 yılı ilkbaharıyla birlikte ocakla ilgili haberler yeniden gazete sütunlarında yer bulmaya başlar. Yeni Asır gazetesinin “Nihayet! Ocak gazinosunda bu sene müskirat kullanılmayacak” başlığı ile verdiği haberde “Türkocağı Gazinosu işletmecisi Recep Bey’in İzmir’i terk ettiği, gazino işletmesinin kardeşleri Zühtü, Yusuf ve İbrahim efendiler tarafından sürdürüleceği” bildirilmekte ve “Rivayete inanılacak olursa bu sene artık Türkocağı Gazinosu’nda müskirat kullanılmayacak, yalnız cazbant ile kahve, çay, şurup, gazoz, sinalko gibi meşrubat satılacaktır” bilgisi yer almaktadır. [89] Söz konusu haberde konumuz açısından ilginç olan nokta o dönemlerde var olduğunu öğrendiğimiz “Sinalko” diye sözü edilen içecektir. Bu içecek 1960’lı yıllarda İzmir’de üretilen ve oldukça popüler olan “Sunalko” benzeri ise, ülkemizin kolalı içeceklerle tanışması oldukça erken yıllarda gerçekleşmiş demektir. Kısa zaman sonra Türkocağı bahçesi yazılık sinema olarak işletilmek üzere bir başka kişiye kiralanır. Ocak tarafından Yeni Asır gazetesine açılan dava ise sürmektedir. [90]

Son celseyi izleyen günlerde hiç beklenmedik bir şey olur ve 25 Mart 1912 tarihinde kurulan Türkocakları; 10 Nisan 1932 tarihinde, Ankara’da olağanüstü toplanan Türkocakları Kurultayı’nın kararı ile kapatılır. Olay İzmir basınında da geniş yer bulur. [91] Türkocakları’nın tüm mal varlığı Cumhuriyet Halk Fırkası’na devredilir. [92] Konumuz dışında kaldığı için sonraki yıllarda hayli spekülasyonu yapılmış bu kapatılma ve nedenleri başlı başına bir çalışma konusu olduğundan burada söz etmeyi gerekli görmedik. [93] Ancak Türkocakları’nın beklenmedik biçimde kapatılması üzerine bir anlamda “Meydanı boş bulan” işletmecisi, bahçenin çalışmasını hızlandırır ve yaz mevsimini “Çin Varyetesi” ilanları ile başlatır. [94] Bir zaman sonra ise aynı bahçede Sahibinin Sesi ve Kolombiya plaklarının solistlerinden ve İstanbul’dan getirtilen Fazilet, Suzan ve Meliha hanımların da yer aldığı İzmir Halk Musiki heyetinin de program yaptığı görülür. [95] İşler iyi gitmektedir ki hızını alamayan bahçe yönetimi bunların ardından bu kez “Macar Varyetesi”ni getirtir. Kapatılmış olmasına karşın bahçenin adı hala “Türkocağı” adıyla anılmaktadır. [96]

30’lu yılların başından itibaren o güne kadar hiçbir şekilde ilanı yapılmamış ürünlerin tanıtımlarının da gazete sayfalarında yer aldığını görmeye başlarız. Bunlardan birisi pekmezdir. O günkü adıyla Manisa Üzüm Müstahsilleri Kooperatif Ortaklığı’nın [97] hedef kitle olarak belirlediği çocuklar için gazetelere verdiği ilanlar ilginçtir:

“Pekmez hem gıdadır hem devadır
Her sabah birer fincan pekmez içiniz.
Pekmez soğuklara karşı en ucuz mukavemet çaresidir. Çocuklarınıza her sabah birer fincan Pekmez içiriniz. Soğuktan gelecek hastalıklardan korunmak için en iyi tedbir her gün Pekmez içmektir.
Mini mini mektepliler!
Her sabah mektebe giderken annelerinizden birer fincan Pekmez isteyiniz.
Manisa üzüm Mahsulleri Kooperatif Ortaklığı’nın
Dikkatli bir surette temiz ellerden çıkmış Pekmezleri her keseye elverişli küçük büyük şişeler içinde satılmaktadır.
Deposu: Manisa Ticaret Odası binasındaki daire-i mahsusada
İzmir’de Kemeraltı’nda Sakız Pazarı Bakkaliyesi
Ankara’da Ankara Memurlar Kooperatifi
İstanbul’da Bakkallar Kooperatifi
Pekmez ve Sirkelerimizin satıldığı yerlerdir.”
[98]

İlanlarını gördüğümüz bir başka gıda maddesi turşudur. Emirler Çarşısı karşısında “İkinci Mıhçılar” olarak bilinen mahalde bulunan ve aynı zamanda Aydın marka bira ile Bomonti marka rakı bayiliğini de yapan Hüseyin Hüsnü Bey gazete ilanları ile “Halis üzümden mamul, Avrupa turşularına muadil turşu ve sirke”nin kendisinde satıldığını duyurur. [99]

Günümüzde alkolsüz içecek piyasasının en önemli ürünlerinden olan süt ve meyve suları üretimi o dönemlerde henüz fabrikasyon haline dönmemiştir. Bu alanda en önemli içecek gazozdur. O günlerin gazoz şişelerinin ağızları günümüzdeki gibi metal ya da plastik kapakla değil, bir tür bilye ile kapatılmaktadır. Çeşitli gazoz imalathanelerinin olduğu İzmir’de en önemli marka “İsmail Hakkı Gazozları”dır. [100] Bu arada her sektörde olabileceği gibi bu alanda da zaman zaman usulüne uygun üretim yapılmadığı hakkında haberlerin gazetelerde yer aldığı görülebilmektedir. Bu tür haberlerin ilginç olanlarından birisi “Yapılan kontrol sonucu gazozcu Sait efendinin gazozlarına zaharin (Sakarin) karıştırmasının anlaşılması ve bu imalathane ile ilgili olarak İzmir Belediyesi’nin yasal kovuşturma yapması” hakkındadır. [101] Rakı imalatında da usulsüz imalat yapıldığı görülen dönemde “Boğuntu (Boğma) rakı bulunacak barlar hakkında şikayet üzerine işlem yapılacağı” polis tarafından ilgili yerlere bildirilir. [102]

Mesleksel yarışma bazen ilginç gelişmelere de yol açmaktadır. Bunlardan biri de kendi alanında kalburüstü işletmelerden biri olan şekerci Ali Galip’in “İflas ve intihar ettiği” iddialarının ortaya atılmasıdır. Bu gelişme üzerine Şekercibaşı Ali Galip, gazetelere ilan vererek söylentiyi yalanlar ve bunu ortaya atanları şiddetle eleştirir. [103] Bazı ürünler ise oldukça iddialı olarak satılmakta ve satılan malın hilesini bulanlara önemli armağanlar vaat edilmektedir. Bunlardan biri de, İstanbul’un ünlü Taşdelen suyunu o dönemler İzmir’de pazarlayan bir şirkettir. Aynı dönemde, İzmir Belediyesi İstanbul’dan getirtilen kaynak suları ile ilgili bir yönetmelik hazırlığına girişince, Emirler Çarşısı’nda bulunan ve “Taşdelen Su Şubesi” adını kullanan bu işletme gazetelere verdiği ilanlarla “Mağazalarındaki damacana ve şişelerde hile bulana Ford otomobil hediye edeceğini” duyurur. [104] “Armağanlı” olarak piyasaya verilen gıda maddelerinden biri “Nik Nak” ve “Vatan Aşkı” markalı bisküvilerdir. “Bisküviciliğin mucidi” olarak adı verilen Niyazi Yusuf Bey tarafından üretilen bisküvilerden satın alanlara dağıtılan armağanlar arasında gramofonlar ve bisikletler vardır. [105] Öte yandan bu tür “Armağan”ların dağıtımında zaman zaman sorunların çıktığı da görülmektedir. Gazetelerde yer alan bir düzeltme ilanında “Melba çikolataları içinden çıkan kuponlarda yazan armağanların verilemeyeceği duyurusu”nun geçerli olmayacağı ve armağanların verilmesi gerektiği yer almaktadır. [106]

[1] Hizmet Gazetesi, 10 Şubat 1929 Pazar, s. 3

[2] Sonraki yıllarda yapılan düzenleme ile oda sayısı 13’e inen otel, 1935 yılı Haziran ayında Ardahan ve Evliyazade otelleri işletmecisi Mustafa Lütfü tarafından yeniden açılır. 1950’lere doğru önemini yitirmeye başlayan otelin zemin katı 1960’lı yıllarda yapılan düzenleme ile banka şubesine dönüştürülür ve 1980’lerin sonuna doğru geçirdiği yangınla tarihe karışır.

[3] Hizmet Gazetesi, 11 Şubat 1929 Pazartesi, s. 3

[4] Hizmet Gazetesi, 4 Şubat 1930 Salı, s. 6

[5] Ahenk Gazetesi, 17 Şubat 1929 Pazar, s. 2

[6] Hizmet Gazetesi, 21 Mart 1929 Perşembe, s. 1

[7] Hizmet Gazetesi, 18 Ağustos 1930 Pazartesi, s. 3

[8] Hizmet Gazetesi, 26 Mayıs 1930 Pazartesi, s. 2

[9] Ahenk Gazetesi, 13 Nisan 1929 Cumartesi, s. 3

[10] Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu lokanta sonraki yıllarda tarihe karışır.

[11] Sözü edilen, 26 odalı ilk İzmir Palas binasının çatı katı 4 Eylül 1962 tarihinde yanar. Bunun üzerine sahibi olan Ahmet Kilimci bir yıl sonra bu yapıyı yıktırarak günümüzdeki oteli yaptırır. Yeni yapı 140 odasıyla 1972 yılında hizmete girer.

[12] Hizmet Gazetesi, 16 Nisan 1929 Salı, s. 3

[13] Hizmet Gazetesi, 1 Eylül 1929 Pazar, s. 2

[14] Hizmet Gazetesi, 27 Ocak 1930 Pazartesi, s. 3

[15] Her türlü alkol ve alkollü içkilerin yapılması, yurt dışından getirilmesi, yurt içinde satılması tekeli, 8 Haziran 1942 tarihinde çıkarılacak olan 4250 sayılı yasa ile o zamanki adıyla İnhisarlar Umum Müdürlüğü’ne verilecektir. Ancak bira, her türlü şarap ve meyve şaraplarının yapılması, satılması, viski ve köpüklü şarapların ithal edilmesi ve satılması bu yasa kapsamına alınmayacaktır.

[16] Hizmet Gazetesi, 25 Nisan 1929 Perşembe, s. 3

[17] Hizmet Gazetesi, 5 Mayıs 1929 Pazar, s. 3

[18] Hizmet Gazetesi, 14 Haziran 1929 Cuma, s. 3

[19] Anadolu Gazetesi, 29 Nisan 1930 Salı, s. 2

[20] Salih Palas, önceden sahibi olduğu Naim Palas Atatürk’e armağan edilmek üzere İzmir Belediyesi tarafından satın alınan Naim Bey tarafından 1931 yılı Kasım ayında satın alınır ve 22 Şubat 1934 tarihinde işletmecisi Murat Türkmenoğlu’nun yönetiminde Ege Palas adıyla açılır. Ancak 1938 yılı sonunda eşyaları satılarak kapanmak zorunda kalır.

[21] Hizmet Gazetesi, 14 Mayıs 1930 Çarşamba, s. 3

[22] Sarıgöl Bahçesi adıyla da bilinen ve 117825 m2 büyüklüğündeki ve İzmir’in tek buz pateni sahası bulunan bu bahçe, 2002 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yeniden düzenlenmiştir.

[23] Anadolu Gazetesi, 1 Nisan 1930 Salı, s. 3

[24] Hizmet Gazetesi, 6 Haziran 1929 Perşembe, s. 3

[25] Hizmet Gazetesi, 16 Haziran 1929 Pazar, s. 3

[26] Tam adı Mildan Niyazi Ayomak. 1887 yılında Safranbolu’da doğar. Cumhuriyet’in ilanından sonra geldiği İzmir’de, Karantina semtinde, 1926 yılında Dar-ül Musiki adlı özel bir okul kurar. Sonraları Karşıyaka ve Beyler Sokağı’nda şubeleri açılan bu okulda Hüseyin Sadettin Arel, Dr. Suphi Ezgi, Lem’i Atlı ve İlyas Tonguç gibi usta hocalar ders verir. Bu arada oluşturduğu topluluklarla özellikle kendi bestelerinden oluşan konserler düzenler. 1930 yılında İzmir’de, açılan bir yarışma sonucu büyük yankılar uyandıran İzmir Methiyesinin bestelenmesini üstlenir. Bir zaman sonra İzmir’de işleri bozulan ve açtığı okullar birer birer kapanan Ayomak, İstanbul’a gider ve Nota adıyla bir müzik dergisi çıkarmaya başlar. Bu dergide geleneksel müziğimizin yapısı ve makamlar üzerinde geliştirdiği kuramla geleneksel müzik çevrelerinin büyük eleştirisini alır. Derginin 1935 yılında kapanmasından sonra mali durumu iyice bozulan besteci, yaşamını bir dönem kesekağıdı imal ederek kazanmaya çalışır. Mildan Niyazi Ayomak 24 Nisan 1947 tarihinde İstanbul’da yaşama veda eder.

[27] Hizmet Gazetesi, 21 Temmuz 1929 Pazar, s. 2

[28] Hizmet Gazetesi, 3 Kasım 1930 Pazartesi, s. 4

[29] Yeni Asır Gazetesi, 14 Mart 1931 Cumartesi, s. 3

[30] Bu öğretmenler; İbrahim, Tahsin, Naci, Zehra, Cevdet, Ethem, Hilmi, Hüsnü, Süleyman, Yaşar, Akif, Yusuf Rıza, Pontremoni, Ferit, Refet, Necati ve Eşref’tir. En kıdemlileri 48 yıl ile Refet Bey, 46 yıl ile Ferit Bey ve 34 yıl ile Yaşar hanım ve Pontremoni efendi’dir. (Hizmet Gazetesi, 7 Haziran 1929 Cuma, s. 1)

[31] Ziyafete İzmir Milletvekili Vasıf (Çınar), Maarif Emini Fuat, Maarif Müdürü Ahmet Naili Beyler ile öğretmen okulları müdürleri, lise öğretmenleri, ilköğretim müfettişleri ve ilkokul öğretmenleri de katılırlar. (a. g. y. s. 1)

[32] Bahtiyar Muallimler, a. g. y., s. 1 -0 2

[33] Anadolu Gazetesi, 23 Nisan 1930 Çarşamba, s. 5

[34] Anadolu Gazetesi, 10 Temmuz 1930 Perşembe, s. 2

[35] Hizmet Gazetesi, 2 Şubat 1930 Pazar, s. 5

[36] Anadolu Gazetesi, 10 Ağustos 1930 Pazar, s. 4

[37] Hizmet Gazetesi, 29 Mayıs 1929 Çarşamba, s. 1

[38] Hizmet Gazetesi, 9 Haziran 1929 Pazar, s. 2

[39] Hizmet Gazetesi, 23 Temmuz 1930 Çarşamba, s. 5

[40] Anadolu Gazetesi, 23 Temmuz 1930 Çarşamba, s. 4

[41] Serbest Cumhuriyet Gazetesi, 11 Aralık 1930 Perşembe, s. 3

[42] Halkın Sesi Gazetesi, 3 Aralık 1931 Perşembe, s. 1

[43] Anadolu Gazetesi, 13 Şubat 1931 Cuma, s. 3

[44] Çalgılı Gazinolar Hakkında Anadolu Gazetesi, 5 Ağustos 1930 Salı, s. 5

[45] Pınarbaşı Narları Mısır’a Kadar Gidiyordu, Yaşar Ürük, Yeni Asır, 27 Nisan 1998 Pazartesi, s. 11

[46] Hizmet Gazetesi, 25 Ağustos 1929 Pazar, s. 1

[47] Hizmet Gazetesi, 27 Eylül 1929 Cuma, s. 2

[48] Bu yazının yazıldığı tarihlerde APİKAM kısa adıyla bilinen Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nde açılmış olan Expo 2015 Sağlık Sergisi’nde, Şifa Eczanesi, tüm donanımı ve Eczacıbaşı ailesinin özel izniyle sergilenmekteydi.

[49] Hizmet Gazetesi, 1 Ekim 1929 Salı, s. 3

[50] Hizmet Gazetesi, 28 Kasım 1929 Perşembe, s. 3

[51] Hizmet Gazetesi, 16 Aralık 1929 Pazartesi, s. 3

[52] Anadolu Gazetesi, 3 Şubat 1930 Pazartesi, s. 2

[53] Anadolu Gazetesi, 13 Şubat 1930 Perşembe, s. 4

[54] Anadolu Gazetesi, 27 Şubat 1930 Perşembe, s. 4

[55] Anadolu Gazetesi, 3 Ağustos 1930 Pazar, s. 2

[56] Anadolu Gazetesi, 14 Nisan 1930 Pazartesi, s. 7

[57] Anadolu Gazetesi, 6 Temmuz 1930 Pazar, s. 2

[58] Yeni Asır Gazetesi, 10 Mayıs 1930 Salı, s. 3

[59] Anadolu Gazetesi, 7 Ağustos 1930 Perşembe, s. 6

[60] Anadolu Gazetesi, 22 Ağustos 1930 Cuma, s. 1

[61] Halkın Sesi Gazetesi, 11 Ocak 1933 Çarşamba, s. 3

[62] Hizmet Gazetesi, 24 Ocak 1933 Salı, s. 5 (Kafadar Rakısı piyasaya çıktı. İzmir Türk Pazarı, Şan Sokak: 43)

[63] Halkın Sesi Gazetesi, 22 Ocak 1941 Çarşamba, s.2 (Yazan kişi olarak Batmazdiken adı belirtilmiş)

[64] Ocak Meyhane Haline Getirilebilir mi? İsmail Hakkı, Yeni Asır Gazetesi, 3 Temmuz 1930 Perşembe, s. 1

[65] Anadolu Gazetesi, 4 Temmuz 1930 Cuma, s. 1 -0 4

[66] Ocak mı Meyhane mi? (İmzasız Başyazı) Hizmet Gazetesi, 6 Temmuz 1930 Pazar, s. 1 (Başyazıda, olayın gelişimi aktarıldıktan sonra Türkocağı’nın iddia sahibi İsmail Hakkı Bey hakkında dava açma kararı eleştirilmekte ve iddia sahibine sözlerini kanıtlaması için bir fırsat verilmesi gerektiği, kanıtlayamaz ise yargıya gidilmesinin daha doğru olduğu vurgulanmaktadır.)

[67] Hizmet Gazetesi, 6 Temmuz 1930 Pazar, s. 1 (Aynı haberde Türkocağı bahçesini işleten Recep Bey’in de ayrıca zarar, ziyan ve hakaret davası açacağı belirtilmiştir.)

[68] Anadolu Gazetesi, 27 Temmuz 1930 Pazar, s. 1

[69] Günümüzdeki karşılığı: Genel Merkez Yönetim Kurulu Başkanı

[70] Anadolu Gazetesi, 5 Ağustos 1930 Salı, s. 1

[71] Hizmet Gazetesi, 5 Ağustos 1930 Salı, s. 3

[72] Türkocağı Meselesi Bitmesi, Anadolu Gazetesi, 7 Ağustos 1930 Perşembe, s. 1

[73] Açık Söylüyoruz, Anadolu Gazetesi, 7 Ağustos 1930 Perşembe, s. 1

[74] Hizmet Gazetesi, 8 Ağustos 1930 Cuma, s. 1

[75] Anadolu Gazetesi, 8 Ağustos 1930 Cuma, s. 1 -0 3

[76] Anadolu Gazetesi, 8 Ağustos 1930 Cuma, s. 1

[77] Anadolu Gazetesi, 8 Ağustos 1930 Cuma, s. 1

[78] Anadolu Gazetesi, 10 Ağustos 1930 Pazar, s. 1

[79] Hizmet Gazetesi, 10 Ağustos 1930 Pazar, s. 1

[80] Hizmet Gazetesi, 11 Ağustos 1930 Pazartesi, s. 1 -0 5

[81] İlahi Hamdullah Suphi Bey, Hizmet Gazetesi, 11 Ağustos 1930 Pazartesi, s. 2

[82] Anadolu Gazetesi, 11 Ağustos 1930 Pazartesi, s. 1

[83] Hizmet Gazetesi, 12 Ağustos 1930 Salı, s. 1 -0 2

[84] Anadolu Gazetesi, 22 Ağustos 1930 Cuma, s. 1

[85] Anadolu Gazetesi, 15 Ağustos 1930 Cuma, s. 1 -0 4

[86] Anadolu Gazetesi, 22 Ağustos 1930 Cuma, s. 1 -0 3

[87] Anadolu Gazetesi, 5 Kasım 1930 Çarşamba, s. 5

[88] Anadolu Gazetesi, 25 Ağustos 1930 Pazartesi, s. 2

[89] Hizmet Gazetesi, 6 Mart 1931 Cuma, s. 2

[90] Anadolu Gazetesi, 3 Nisan 1931 Cuma, s. 3

[91] Anadolu Gazetesi, 12 Nisan 1931 Pazar, s. 1 -0 2; Hizmet Gazetesi, 12 Nisan 1931 Pazar, s. 1

[92] Bu kararla C. H. F.’na devredilen mülk sayısı 141’dir. Kapatıldığı tarihte Türkocakları’na kayıtlı üye sayısı 32000’dir.

[93] Türkocakları 19 Şubat 1932 tarihinde, Türkiye’nin her tarafında Halkevi adı altında açılır. 22 Haziran 1934 tarihinde Atatürk’ün beraberinde İran Şahı, Başvekil İsmet Paşa ve Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras ile birlikte ziyaret ettiği İzmir Halkevi; T. B. M. M.’de 8 Ağustos 1951 tarihinde kabul edilen Halkevlerinin CHP’den Alınarak Kapatılması ile İlgili Kanun gereği kısa zaman sonra kapatılarak tarih içindeki yerini alır. Söz konusu bina bir zaman Halk Eğitimi Merkezi olarak kullanıldıktan sonra, 14 Nisan 1957 tarihinde İzmir Devlet Tiyatrosu olarak yeniden açılır ve günümüze kadar gelir.

[94] Hizmet Gazetesi, 7 Mayıs 1931 Perşembe, s. 4

[95] Anadolu Gazetesi, 7 Haziran 1931 Pazar, s. 2

[96] Hizmet Gazetesi, 26 Ağustos 1931 Çarşamba, s. 4

[97] O günlerde henüz Tariş kurulmamıştır. Özellikle İzmir Yemiş Çarşısı’nda oluşan tekeli kırmak için kurulmaya başlayan buna benzer tüm kooperatifler 1949 yılında İzmir Üzüm, İncir, Pamuk ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin oluşmasına öncü olacaklardır. Her biri ayrı tüzel kişiliğe sahip birlikler, kuruluş yıllarında birliğe destek olan bankalardan Tarım Bankası’nın Tarı ile İş Bankası’nın İşini birbirlerine ekleyerek TARİŞ adını ortaya çıkaracaklardır.

[98] Hizmet Gazetesi, 6 Ocak 1930 Pazartesi, s. 4

[99] Halkın Sesi Gazetesi, 1 Aralık 1931 Salı, s. 3

[100] Hizmet Gazetesi, 13 Nisan 1930 Pazar, s. 2

[101] Hizmet Gazetesi, 29 Ocak 1930 Çarşamba, s. 3

[102] Hizmet Gazetesi, 20 Mart 1931 Cuma, s. 2

[103] Hizmet Gazetesi, 6 Nisan 1930 Pazar, s. 2

[104] Halkın Sesi Gazetesi, 1 Aralık 1931 Salı, s. 3

[105] Halkın Sesi Gazetesi, 1 Aralık 1931 Salı, s. 3

[106] Halkın Sesi Gazetesi, 1 Aralık 1931 Salı, s. 3