EXPO hülyası tarih olunca…

Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkulu kalabalıkla birlikte sonucu beklerken, Kent-Yaşam’ın yeni yazı konusunu da aklımda planlamıştım. Ancak alana ulaşan yanlış bilgi ile havalara sıçrayan binlerce insan, kısa zaman sonra gelen oylama sonucu ile o ana kadar hissetmediği rüzgarın soğuğunu bir anda hisseder hale geldi. EXPO bayrakları bir anda aşağıya indi, şarkılar sustu ve güneş bile adeta hızlanarak battı ve şehre akşamın alacası çöktü.

Öncelikle “Ne yapalım. Sağlık olsun” diyoruz. Ama belli olan bir şey var; Paris yolcuları İzmir’e döndükten sonra ortalık karışacak ve yitirdiğimiz EXPO uzun zaman gündemde olacak. Çünkü bizde adettendir; toplumu ilgilendiren böyle olaylarda bir başarısızlık yaşandı mı, hemen her kesimden “Ben demiştim zaten…” diyenler ortaya çıkar.

Cumhuriyet Meydanı’ndan biraz da buruk bir duyguyla eve döndüğümde, diğer konuyu ileriye bırakıp bu kaybediş ile ilgili düşündüklerimi yazmaya karar verdim.

Her şeyden önce oylamadaki farkın beklediğimden fazla olduğunu söyleyebilirim. Gerçi dilimizde olmasa bile korkumuzda Milano’nun bir adım önde olduğunu hissediyorduk. Zaten o bir adımlık fark da Milano’yu mutlu sona ulaştırdı. O fark: Afrika idi.

İzmir şehri dünyanın her yeriyle bağlantı sağlarken, yetişemediği Afrika’nın çoğunun adını duymadığımız ülkelerinin oyları aradaki fark oldu. Milano da bunu biliyordu ki; final sunumunun assolistliğini Afrikalı şarkıcıya yaptırdı.

Öte yandan son gün sunumlarının delege oylarına fazla etki yapacağını da düşünmüyorum. Tamamı, geldikleri ülkelerin yetkilileri tarafından “Kontrol altında” olan delegeler, hangi şehrin düğmesine basacaklarına Paris’e gelmeden önce herhalde karar vermişlerdi. Hatta burada iki “Önsezi”den de söz etmek istiyorum.

İki yıl süren EXPO serüveninde, Genel Sekreter Vicente Loscarteles’i gözüm hiç tutmadı. Meslekten de olsa gerek, insan duygularının yüzlerdeki yansımasının çözümlemesinde oldukça başarılıyımdır. Bir kişi yüzüne “maske” takmayı becerebilir, çevresindekileri de duyguları konusunda yanıltabilir. Ama asla hakim olamayacağı iki yer gözleri ve elleridir. Ne kadar kontrollü olursa olsun bakışlarını denetleyemez ve ellerinin kontrolünü mutlaka kaçırır. Yüzünde gülücükler açsa bile, gözlerindeki asıl ifadeyi asla değiştiremez. İşte el ve göz bileşimini çözümlemekte iddialı bir kişi olarak bu zat-ı muhteremi, İzmir delegelerinin arasında her gördüğümde, beni rahatsız eden bir şeyler hissettim. İzmir ve ülkemiz için ne kadar “sempatik” sözcükler söylerse söylesin, “Bu adam kesinlikle İzmir’den yana değil…” diye düşündürttü bana.

İkinci rahatsızlığım da kısa zaman önce dillenen “2015’i kazanamaz iseniz, size küçük EXPO olan 2018’i verelim…” sözüydü. Bu sözü duyduğumda, içimdeki kaybetme korkusu daha da büyüdü. Bu teselli cümlesi de nereden çıkmıştı? Oysa Milano cephesinde böyle bir vaat dolaşmıyordu. Öte yandan bu söz gerçekten söylenmiş ise; söyleyenlerin sonucu önceden nasıl bilebildikleri de merak ettiğim bir konu oldu. Bu sözün bir de psikolojik boyutu var, o da şu: Bu söz bir ilgili tarafından söylendi ise; böyle bir teselli mükafatını, adeta 2018’i kazanma garantisi de verilerek sunma dürtüsü ancak bir mahcubiyetten doğabilirdi. Demek ki bu sözün sahibi aslında hak eden olması gereken İzmir’in, EXPO ruhu dışında başka hesaplar yapılarak kaybedeceğini biliyordu. Çünkü EXPO için çok önemli olan “Çok kültürlülük” konusunda, Milano, İzmir’in eline su dökemez.

İzmir sunumunun finalindeki “dostluk – barış – kardeşlik” tablosu konusunda da bazı endişelerim oldu. İzmir ekibinin Milano ekibini kucaklaması; Sayın Gül’ün sahneye Sayın Prodi’nin elinden tutarak çıkması her şeyden önce İzmir’e ve ülkemiz insanının dostluk anlayışına çok yakışan bir harekettir. Ancak böyle bir sevgi gösterisini onlar kendilerine ait alanlarda yapmadılar. Hatta son üç gün delege avında oldukça sert ve tahrik edici adımlar attılar.

Bizim sevgi gösterimiz ve mütevazi görüntümüz, hatta Sayın Gül’ün konuşmasındaki “Muhakkak ki Milano da ve İzmir de EXPO 2015’i hak etmiştir” cümlesi mütevazilik çizgisini biraz “iddiasız ya da güvensiz olma” noktasına mı getirdi diye düşünüyorum. Acaba, biraz daha “Biz varız! Başka bir aday düşünmenize gerek yok!” tarzı bir tavır ve duruş ile konuşmadaki cümlenin “Mutlaka Milano da değerli bir şehirdir ancak sizde biliyorsunuz ki HAK EDEN İZMİR’DİR” şeklinde olması daha mı doğru olurdu? Bu noktanın da davranış bilim uzmanlarınca değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuçta bir heyecan hüsranla bitti.

Ama lütfen İzmir’i olası bir tehlikeden kurtaralım.

Eğer, yukarıda sözünü ettiğim “Şöyle olsaydı… Bu yapılsaydı…” tartışmaları anlamsız boyutlarda, çirkin kavgalara dönüşürse; kaybeden kesinlikle İzmir olur. Zaten birçok alanda inişe geçmiş olan şehrimiz, bu kez paraşütsüz inişler yaşamaya başlar.

Kaybın nedenleri mutlaka tartışılmalıdır. Ancak bu iş bilinçle, soğukkanlılıkla, bilimsel verilerin ışığında ve uygarca yapılmalı ve de bu tartışmanın sonucunda şehir yeni kazanımlara kavuşmalıdır.

Kaybedişin getirdiği deneyim, İzmir için yeni çözüm üretimlerinde bilinçli tavra dönüşmelidir. Yıllar boyunca görmediğimiz, ortak bir çıkar uğruna adeta tüm ülkenin el ele kenetlendiğini son üç gündür bu sınavda yaşadık.

İzmir, kendisine uzanan bu elleri yitirmemelidir. Isı yüksekken, İzmir için başlatılan hareket mutlaka yeni hedeflerle sürdürülmelidir.

İzmir, Akdeniz coğrafyasının en renkli ve kültürlü şehridir.

İzmir’e iyi olan ne yapsak yakışır.

Sevgiyle kalın.

***

Sevgili Kent-Yaşam dostları. Uzun zamandır sitedeki köşe yazılarının okunma sayıları ve periyodlarını gözlemliyorum. Yazıların okunma sayıları ilk iki haftadan sonra ivme kazanarak artıyor. Bu nedenle her ay iki yazı olarak başladığım “Al Gözüm Seyreyle İzmir’i” köşesinde bu yazıyla birlikte iki hafta yerine üç haftada bir yazacağım. Bu sayede bazı dostların, “Tüh, yazını okuyamadık…” yakınmalarının da azalacağını düşünüyorum. Saygılarımla…