Biliyoruz ki kentler “Tarımsal ve tarım dışı üretimin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı yerleşme biçimleri”dir. XIX. Yüzyıl’da sanayi öncesi feodal kent yapı ve ilişkileri düzeninden, az gelişmiş bir metropoliten merkez haline dönüşen İzmir’de bu dönüşüm hareketinin ivme kazandığı nokta; yapımına 1868 yılında başlanan rıhtım inşaatıdır. Aynı dönemde imtiyazları alınarak yapımları tamamlanan İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba demiryolu hatlarıyla da denize dikey inen iki verimli nehir vadisi boyunca uzanan tarımsal ve madensel zenginlikler İzmir limanına indirilmeye başlanmış ve kent İstanbul ve Selanik ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunun batıya açılan en önemli üç kapısından biri haline gelmiştir. İzmir limanının dışsatımdaki önemli payı dışalımda da aynı çizgiyi sürdürmüş ve 1914 yılına gelindiğinde dışalım mallarının %64’ü ülkeye buradan giriyor ve İstanbul’a bile İzmir’den gönderiliyor hale gelmiştir.
Dışa dönük yeni yol sistemi üzerinden liman-merkeze akan malların gideceği yerlere gönderilmesi işlemi elbette artık eski tüccarlar ve onların basit örgütleri ile olmuyordu. İzmir, özellikle 1850’lerden sonra yeni ticaret örgütlerinin ve bunları hem besleyen hem de kontrol eden yeni kurumların yerleştiği bir şehirdir. Sözgelimi bu dönemde tümü de yabancı merkezli olmak üzere 7 banka ve 4 büyük sigorta şirketinin İzmir’de iş gördüğünü biliyoruz.(1)
Öte yandan yüzyılımızın başına gelindiğinde Levanten kültür, hemen tamamına yakınını elinde bulundurduğu yeni ticaret şeklinin kendine uygun farklı bir mekânda yerleşmesini sağlamış ve bunun için gerekli özel binalar yaratmıştır. Dönemin iş bölgesindeki tüm binaların eskilerinden farklı olarak kagir olarak yapıldığı görülmüştür. Bu dönemde İzmir’de modern anlamda otel kurumunun da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yani taşınan malın ve taşıtın bakımı ve geceleme yeri nasıl farklı bir mekana kaymışsa, taşınan malın sahipleri de malın bırakıldığı yerin dışında geceleme olanağı bulmuşlardır.
XIX. Yüzyıl’ın ilk yarısında İzmir’in merkezi iş mıntıkası bir tek ekonomik düzenin yerleşmesini aksettirmekte idi. Yeni yapılan binalar, buralara yerleşen fonksiyonlar hepsi birbiriyle bütünleşmiş, birbiriyle işleyen birimlerdi. Ancak 1870’lerden sonra yani İzmir’in dışa bağımlı ticareti ve para kurumları yukarı doğru yükselen bir eğri çizerken iş mıntıkasının ağırlığı yeni alanlara kaydığı gibi, kuzeye doğru gelişme giderek bu kurumların yanında o zamanın lüks otellerini, kulüplerini ve eğlence yerlerini de geliştirmiştir. İşte bu birimlerin arasında da elbette tiyatro ve konser salonları, sinemalar, sahneli açık hava bahçeleri yerlerini almışlardır. Doğal olarak zamanın sermayedarları dönemin İzmir iş yaşamının yoğun akışı içinde sanat altyapısına da yatırım yapmayı, ticaret kurallarının önemli bir maddesi olarak görmüşler ve İzmir Avrupa çapında salon ve kurumlara kavuşmuştur. Dolayısıyla da İzmir kenti 1870’lerden Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar geçen yaklaşık yarım yüzyıllık dönemde oldukça önemli sanat ve kültür olayları yaşamıştır.
Kurtuluştan sonra beş gün süren büyük yangın yalnızca “Gavur İzmir”i yok etmekle kalmamış, hemen tamamı bu bölgede bulunan kültür yapılarının da küle dönmesine neden olmuştur.
Cumhuriyet dönemine baktığımızda durumun ticarî yapı-sanat ilişkisi açısından pek parlak olmadığı görülmektedir. Geçen 60 yıldan fazla zaman içinde olağanüstü gelişme gösteren İzmir ticaret yaşamı ne yazık ki bu kentte ticaret yaparak kazandığı parayı, bu kentin sosyal ve kültürel alt yapısına asla harcamamaktadır. Bu konuda yatırım yapmayı da -bir kaç küçük olumlu örnek dışında- bu güne kadar hiç düşünmemiştir.
Günümüz İzmir’i, geçen yüzyılın neredeyse İstanbul ile yarışan sanat-kültür etkinliklerine sahip İzmir kenti değildir. Her ne kadar başta operası, tiyatrosu, orkestrası olmak üzere birçok sanat kurumu varsa da bunların tamamı devlete ait kurumlardır. Öte yandan bu kurumların çalışma alanı olarak kullandıkları yapıların hiçbiri gerekli alt yapı ve olanaklara sahip değildir. Dolayısıyla günümüz İzmir’inde sahne sanatları tamamen devlet desteğinde ve elverişsiz mekânlarda hizmet vermeye çalışmaktadır. Gelişen ticaret yapısı içindeki sermaye bu önemli alana yatırım yapmayı adeta bilinçli olarak nitelendirebileceğimiz bir biçimde görmezden gelmektedir.
Bir kent sanat ve kültür alt yapısını tamamlayıp, kentdaşlarını sanat ve kültürün eğitici öğretisiyle yüz yüze getirmeyi başaramazsa büyük kent olmayı başaramaz. Büyük kent olmanın yalnızca o kentte yaşayan insan sayısına bağlı olmayan önemli tanımlamalarından biri de budur. Bu kentin ülke çapında holdingleri, önemli ticarî kuruluşları ve iş adamları, büyük projelere imzalarını atmış yatırımcıları vardır. Ancak bu kentin aynı yatırım başarısıyla yaşama geçirmeyi başardığı sanat kuruluşları hiç yoktur. İstanbul’da her gece perde açan otuza yakın özel tiyatro olmasına karşın, İzmir’de bir tek özel tiyatro kuruluşu yoktur. Oysa Türk tiyatrosunun günümüzdeki kalburüstü sanatçılarının önemli bir bölümü İzmir doğumludur. Bu, diğer sanat dallarının tümünde de böyledir. İzmir kenti, yetiştirdiği sanat insanını barındıramamaktadır. Çünkü bu işin gerekli altyapısını kurmamıştır.
Sanat mekanlarına baktığımızda da durum farklı değildir. Cumhuriyet dönemi büyük yangında yok olan yapıların yerlerine yenilerini koymayı başaramamıştır. Günümüzde Devlet Tiyatrosu, Konak’ta yapımı 1927 yılında tamamlanan “Eski Türkocağı binası” ile Karşıyaka’da sinemadan bozma bir salonda (ki o da çok yakın bir tarihte satıldı); Devlet Opera ve Balesi sonradan sahnesi büyütülmeye çalışılan eski bir sinema binasında; Devlet Senfoni Orkestrası ise önceleri Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nin ne amaçla yapıldığı belli olmayan salonlarından birinde, sonrasında da Kültürpark’ta eski bir açık hava bahçesinden bozma bir amfide hizmet vermeye çalışmaktadır. İzmir’in uluslararası tek sanat festivalini izlemek için sanatseverler onca yolu aşarak Efes’e gitmektedir.

Her yıl gittikçe gelişen İzmir ticaret ve sanayi çevresi İzmir’e yüzme havuzları, halı futbol sahaları, kafe ve barlar kazandırmaktadır. Bunlar hoş şeylerdir ama günü boş geçirten şeylerdir. Beyler biraz da çocuklarınıza bırakacağınız geleceği düşünün ve sanata kültüre yatırım yapın. Nice kültür merkezi, konser salonu, tiyatro binası projeleri hatta basılmayı bekleyen kitaplar bu gerçeği fark etmenizi bekliyor. Bunları yaşama geçirecek kapitalin sizlerin elinde olması, bu kentin şanssızlığı olmamalı. Sanat, bu kente, logodan fazla gerekli… Haydi… Haydi… Haydi…
———————————–
(1) (Bu bankalar: Osmanlı Bankası, Selanik Bankası, Atina Bankası, Midilli Bankası, Credit Lyonais, Deutsche Orient Bank, Anadolu Bankası (Fransız); Sigorta şirketleri ise: İzmir Osmanlı Sigortası, Union Français, Le Fenic Espanol, Adriatica Sigorta Şirketi’dir. Kaynak: İzmir Vilâyeti Salnamesi, 1892)