Türk kadınının çağdaşlık serüveninde Atatürk ve İzmir

“Ben bütün İzmir’i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerine eminim.”

Atatürk’e ait bu sözler, ulu önderin kentimizi ve insanlarını ne kadar içten sevdiğinin önemli kanıtıdır. İzmir, bu büyük insanın yaşamı boyunca çok önemli olayların odaklandığı bir kent olmuştur. 1905 yılı Şubat ayında Şam’a sürgün giderken ilk kez uğradığı İzmir’e son ziyaret yılı olan 1934’e kadar tam on yedi kez gelen Atatürk’ün, -İstanbul dışında- bu kadar çok gittiği ikinci bir kent yoktur. 1907 yılının Eylül ayında Şam sürgününden Makedonya’ya geçerken ve 17 Ekim 1911 tarihinde Trablusgarp cephesine görevle giderken yine uğradığı İzmir kenti, 10 Eylül 1922 sabahı kendisine kurtarıcısı olarak gönül kapılarını ve sevgi dolu kucağını açar.

Kurtuluş Savaşı’na Akdeniz’in mavi sularıyla İzmir’de nokta koyan Mustafa Kemal, ülkemiz sosyo-ekonomik gelişme süreci içinde çok önemli yeri olan Birinci İktisat Kongresi’ni de 10-18 Şubat 1923 tarihleri arasında yine İzmir’de toplar. Laik devlet yapısının temeli olan çalışmaların temelini 1 Ocak 1924’den, 22 Şubat 1924 tarihine kadar İzmir’de kaldığı dokuzuncu gelişinde atar. Kendisi için hazırlanan suikast girişimi de İzmir’de ortaya çıkarılır.

***

Atatürk’ün, Türk kadınını çağdaş bir anlayışla toplumdaki yeni yerine oturtma çabaları içinde, İzmir oldukça önemli olaylara sahne olmuş bir kenttir. Bize göre (hâlâ ve tüm olumsuzluklara karşın yine de) ülkemizin en uygar tavırlı ve çağdaş kadının en önemli kalesi olan kentimizin tarihinde bu olayların var olması tüm İzmirliler için ayrı bir övünç kaynağıdır.
Çünkü;
Atatürk, annesini İzmir’de toprağa vermiştir,
Atatürk, eşini İzmir’den seçmiştir,
Atatürk, Türk kadınının ilk kez erkeklerle birlikte film izlemesine İzmir’de izin vermiştir,
Atatürk, Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması için gerekli onayı da İzmir’de vermiştir.

***

Gazi, 27 Temmuz 1923 tarihinde henüz altı aylık eşi Lâtife Hanım’la birlikte İzmir’e gelir. Tüm yaşamı boyunca İzmir’e yedinci gelişidir. 2 Ağustos 1923 Perşembe gününe denk gelen ayrılışına kadar geçen altı gün içinde Türk toplumunda kadının yerinin belirlenmesi açısından çok önemli iki olayın kahramanı olur.

Gazi’nin bu gelişinde ünlü sinema işletmecisi Cemil Bey de (Cemil Filmer) İzmir’de bulunmaktadır. Bir vesile ile İzmir’e gelen Cemil Bey önce Tan Sineması’nın işletmesini alır ve adını o günlerde çok popüler bir isim olduğu için Ankara Sineması olarak değiştirir. Daha sonraları yazlık ve kışlık Lâle sinemaları ile Kordon’da Sakarya, Göztepe’de Köşk, Kokaryalı’da Halk ve Karşıyaka’da Kulüp sinemalarının da işletmecisi olur.

İşte bu Cemil Bey, bir kaç kez sinema makinesini sırtladığı gibi Gazi’nin kayınbabası Muammer Bey’in Küçükyalı’daki köşkünün bahçesine gider ve büyük kurtarıcı ile çevresindekilere özel olarak İstanbul’dan getirdiği filmleri izlettirir. Cemil Bey bir keresinde Kurtuluş Savaşı sırasında cephe gerisinde özel olarak çekilmiş birkaç filmi de İzmir’e getirtmeyi başarır ve durumu Gazi’ye anlatır. Ancak köşkün bahçesine kurulan derme çatma perdede zaten oldukça kötü koşullarda çekilmiş olan filmler istenilen sonucu vermemektedir. Bu nedenle Gazi’yi bu filmleri izlemesi için Ankara Sineması’na davet eder.

Davet memnunlukla kabul edilir ve oldukça heyecanlanan Cemil Bey sinema yakınındaki bir karakola durumu bildirerek polislerin sinema çevresinde önlem almalarını ister. Ancak İzmir halkı da durumu öğrenir ve sinemanın çevresinde mahşerî bir kalabalık birikir. Gazi’nin arabası sinemanın önüne güçlükle yanaşır. Hazırlanan locaya alınan Gazi çevresini ve salonu hıncahınç dolduran kalabalığı dikkatle inceler ve sorar:

– Niçin aralarında kadın yok?

Cemil Bey sıkıntı içinde yanıtlar:

– Paşam, yalnızca Salı günleri kadınlara bir matine yapıyoruz. Başka gün yasak.

Gazi hemen yaverine dönerek emrini verir:

Muzaffer, aşağıya in ve dışarıdaki kadınları içeriye al!

Kısa bir zaman sonra sinemanın içi kadınlar tarafından tıka basa doldurulur ve ülkemizde ilk kez bir sinemada kadın ve erkekler hiçbir yasak olmadan birlikte film izler.

***

Bu olaydan kısa bir zaman sonra İzmir rıhtımına yanaşan Pierre Loti vapuru karaya Darülbedayi sanatçılarını çıkarır. Ünlü topluluğun İstanbul dışı ilk turnesidir bu. Hemen bir kurul halinde Muammer Bey’in köşküne giden sanatçılar Gazi’yi oyunlarına davet eder. Gazi olumlu yanıt verir ancak “Grupta Müslüman Türk kadınının bulunup bulunmadığı”nı da sorar. Sanatçılardan Muvahhit Bey’e dönerek eşi Bedia Hanım’ı Ateşten Gömlek filminde izlediğini ve çok beğendiğini de sözlerine ekler. “Bedia Hanım’a neden rol verilmediği” de soruları arasındadır.

Sanatçılar diğer arkadaşlarının yanına döner dönmez Gazi’nin arzusunu gerçekleştirmek için çalışır. Bedia Hanım’a bir rol verir ve bir günde hem ezber hem de sahne provası yaptırırlar. Nihayet 31 Temmuz 1923 Salı akşamı o zamanlardaki adıyla Palas Sineması’nda sahnelenen “Ceza Kanunu” piyesi ile Bedia Hanım sahneye devletin izniyle çıkan ilk Müslüman Türk kadını olur.

***

1936 yılında kurulan Ankara Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını 1941 yılında verir ve bu bir avuç sanatçı kurdukları “Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi” adında bir toplulukla Ankara Halkevi’nde sürekli eserler oynamaya başlar. İşte bu Tatbikat Sahnesi ilk turnesini 1943 yılının yaz aylarında İzmir’e yapar. Konservatuvar Tiyatro Bölümünün ilk mezunlarından olan genç Muazzez Lutas 21 Ağustos gecesi Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda sahnelenen “Otelci kadın” oyunundaki Mirandolina rolü ile izleyenleri büyüler. Dolayısıyla da Atatürk’ün buyruğu ile kurulan, ülkemizin ilk sahne sanatları okulundan mezun olmuş ilk kadın sanatçı da yine ilk turnesini İzmir’e yapar ve İzmirlilerin coşkun alkışlarına sahneden gönderdiği selâmla karşılık verir.

***

İster alaylı olsun, ister okullu bu kadın sanatçılar İzmir’de sahneye çıkmalarını doğrudan doğruya Atatürk’ün uygar dünya görüşüne borçludur. Türk kadını gururunu okşayan birçok olayı yine İzmir’de yaşamış ve O’nun sayesinde sinema salonunda erkeklerle birlikte film izleme hakkını elde etmiştir.

Sevgili Atatürk; İzmir de seni seviyor… Bu sevgi her türlü yobazlık, bağnazlık ve cambazlıklara geçit vermemesinden de belli değil mi?