Yaz başı karmaşası

Kent Yaşam’da iki yazı arası uzunca bir sessizlik yaşadım. Üst üste gelen etkinlikler, toplantılar, şehirdeki günlük yaşam içindeki sürprizler içinde “Tamam, ben şu konuyu yazayım…” ya da “Dur, aslında şunu yazsam daha iyi olur…” yahut “Aslında neden bunu yazmıyorum…” gibi duraksamalarla bekleyişi biraz uzattık. Sevgili Hüseyin Erciyas da çok zarif insandır, bakışları dışında dilinde hiç sitem olmadan sabırla bekledi.

Öncelikle Basmane Günleri’nden söz ederek başlamak istiyorum. Kent Gözlemcileri dostlarım Orhan Beşikçi ve Kemal Ustaoğlu’nun uzun soluklu çabalarıyla gerçekleşen etkinlik 13 Mayıs günü Anafartalar Caddesi’nin Mezarlıkbaşı girişinde başladı.

O güne kadar yaşanan sancılardan sonra oradan başlayacak yürüyüş için düşündüğümden çok kişi geldiğini görünce mutlu oldum. Özel Türk Lisesi öğrencilerinden oluşan bando yürüyüşe hoş bir renk kattı. Ben yürüyenler arasında değil, yürüyenleri izleyenler arasındaydım. Çünkü fotoğraflamam daha önemliydi. Bu arada yol boyunca dükkanların önünde merakla bekleşen esnaf ve yoldan geçen kişilerle de kısa kısa sohbetlerim oldu.

Konuştuğum esnafın neredeyse tamamı “Niye yüründüğünü” bilmiyordu. Hatta yoldan geçen kişiler arasında “Abi, Bucaspor’un şampiyonluk yürüyüşü mü?” diye soran bile oldu. Demek ki gelecek etkinliklerde öncelikle esnafı bilgilendirmek gerek. Ama bununla da kalmamalı, esnaf doğrudan etkinliğe katılmalı. Elbette sadece yürüyerek değil. Yaşadığı semtin değerini bilerek, Basmane’yi daha çok tanıyarak, çevresine özen göstererek ve yaşadığı şehri öncelikle kirletmemeyi ve tüketmemeyi düşünerek. Bu bilincin verileceği çalışmalar ise etkinlikten aylar önce başlamalı ve etkinlikte İzmir’in diğer yerlerinden gelen katılımcılara “Bakın bakalım, Basmane’de yerler nasıl da tertemiz. Esnaf ne kadar duyarlı. Yaşadığı yere nasıl sahip çıkıyor” dedirtecek örnekler sergilenmeli. Bu arada çevresini en temiz tutan, işyerini farklı biçimde güzelleştiren esnafa da mutlaka önceden belirlenen ödüller verilmeli.

Yürüyüş Dönertaş ve Altınpark’taki iki uzun soluklanmadan sonra Gar’da sonlandırıldı. Açılış töreni burada gerçekleşti. Törenin sürprizi ise bir inceleme gezisi için Atina’da bulunan Başkan Hakan Tartan’ın bu açılış için ekipten önce dönmüş olmasıydı.

Etkinliğin en talihsiz düzenlemeleri Gar’daki sundurma altında sergilenen fotoğraflar yaşadı. Hayli rüzgarlı günlere denk gelen sergi boyunca fotoğrafların asıldığı ve bir duyuma göre oldukça yüksek kira bedeli ödenmiş olan panolar fotoğraflarla birlikte yerden yere yuvarlanıp durdu. Gar VIP salonundaki resim sergisi ile etnografik eşya sergisi bu konuda çok şanslıydı. Hem kliması çalışan hem de pırıl pırıl tertemiz bir ortamda izlendiler. Semt evindeki iki ayrı fotoğraf sergisinden salonda yer alan da benzer nedenlerden dolayı bahçede yer alandan daha şanslıydı.

Gar’ın en ilginç etkinliği TCDD’nin “Yaverler Treni”ni oraya nakledip, gezmeye açmasıydı. 1908 Leeds yapımı donanım üzerine aynı yıl İzmir’deki atölyelerde imal edilen ve dönemin koşulları içinde çok lüks sayılabilecek bu vagonun uzun bir dönem Kazım Karabekir tarafından kullanılmış olduğunu da öğrendik. Gar’daki iki ilginç etkinliği ise yolcu salonunda izledik. Açılış günü gerçekleştirilen Basmane Belgeseli çalışmasını, birkaç gün sonra sunulan tiyatro oyunu izledi. TCDD Bölge Yönetimi ve Gar Müdürlüğü ellerinden gelen her şeyi noksansız yerine getirerek büyük takdir topladılar.

Semt Evi sözünü ettiğim sergilerin yanı sıra tiyatro oyununun ikinci ayağına da mekan oldu. Oyunu Başkan Tartan da sonuna kadar ilgiyle izledi. Etkinliğin omurgasını dört ayrı gün düzenlenen dört panel oluşturdu. İzmir dışından ustaların da katıldığı panellere ilgi, neredeyse hiç duyuru yapılmamasına karşın fena sayılmazdı.

Bu konuda Konak Belediyesi bizden hiç de iyi not alamadı. İşin başında “Siz sponsor aramayın. Bu işi biz yaparız” diye tüm etkinlikler ve bunlarla ilgili işleri koşulsuz üstlenen Konak Belediyesi, etkinlik yaklaştıkça deyim yerindeyse “Su koymaya” başladı. Sezon başından beri düzenlenen tüm sergilere kalın kalın kuşe kağıtlı katalogları bastırıp dağıtan belediyemiz, Basmane sergileri için katalog basmaktan vaz geçti. Afişleri açılıştan otuz altı saat, program el ilanlarını da yirmi dört saat önce dağıtmaya başladı. Bu nedenledir ki birçok dostumdan “Bizim haberimiz olmadı” serzenişini duydum.

Çok değerli konuşma ve görüşlerin yer aldığı panellerin hiçbiri kaydedilmedi. Demek ki kimin ne söylediği, ev sahibi durumundaki belediyenin umurunda değildi. Katılımda bulunan birçok sanatçıya teşekkür edilmediği gibi bazılarına çiçek dahi verilmedi. Sözgelimi gardaki tiyatro oyunundan sonra rolleri paylaşan iki Devlet Tiyatrosu sanatçısına, çiçek verilmeyeceğini anlayınca, o anda rastlantı sonucu bir başka etkinlikten dolayı ellerimizde bulunan çiçekleri bir arkadaşımla birlikte, biraz da utana sıkıla verdik. Ama on gün boyunca belediyenin tanıtım birimi çalışanı bazı kişiler bana göre verim ekonomisi açısından hiç de olumlu işler yapmayıp, ortalarda dolaşıp durdular. İlk gün panel sonrası kokteyl vardı. “Güya” Basmane ve çevresi için yazılan ilk kitabın tanıtımı da yapılacaktı. Adamın biri Basmane yetkilisi gibi eline mikrofonu aldı ve Başkana yağ çekip durdu. Ne kitap tanıtıldı, ne teşekkür edildi…

Şenlikte en çok yadırgadığımız şey hemen her sergi ya da benzeri etkinlikte gördüğümüz Kültür Danışmanı’nı hiç görmememiz oldu. “Acaba İzmir’de Basmane diye bir semtin var olduğunu bilmiyor mu?” diye de düşündük. İşin garibi farklı farklı etkinlikler için de basında hiç de farklı haberler çıkmadı. Basın bürosu tarafından dağıtılan “aynı” haber yayımlandı. O haberde de ne sanatçıların adları vardı, ne de nasıl bir etkinlikle katıldıkları. Kısacası “Ucuz etin yahnisi” kıvamında tutulmaya çalışılan etkinlik, Başkan Tartan’ın, personelinin ağırkanlılığına karşın daha yoğun olarak gördüğümüz ilgisi ve Kent Gözlemcileri’nin olağanüstü çabalarıyla sona erdi. Darısı, yeni bir etkinliğe. Ama bu kez dersler alınarak ve gerekiyorsa yol arkadaşları değiştirilerek…

Bu arada Basmane otellerinin de son dönemlerde kaliteyi daha fazla arar olduklarını görüyoruz. Ya ciddi onarımlar ve düzenlemeler yapılıyor ya da pırıl pırıl, tertemiz butik oteller yaratılıyor. Görüştüğümüz birkaç otel işletmecisi “Son bir yıldır yüzde 80 dolulukla çalıştıklarını” söyledi. Çok mutlu olduk. Bu iki yıldızlı oteller hem ucuz, hem temiz oluşlarının yanı sıra çevrenin renkliliği ile de büyük ilgi görüyor.

Bu arada yaz mevsimine girdik giriyoruz derken şehrin pisliği ve kirliliği bir kez daha söz etmemize neden oluyor. İnönü Caddesi kapandı kapanacak… Trafik akış planına bir göz attım, hiç de akılcı çözümler yok. Özellikle Hıfzıssıhha’dan Yarma önüne kadar bir Güzelyalı-Poligon geçişi var ki, yoğun günlerde oradan trafiğin nasıl çalışacağını hayal bile edemedim. Bunun gibi Hakimevleri geçişi de yine yoğun saatlerde inanılmaz sıkıntılara neden olacak. Yaz sonu, Ramazan Bayramı’nın ardından okulların açılmasıyla birlikte çok sancılı ulaşım serüvenleri yaşayacağımız günlere hazırlanın. Bu arada bu istasyon işleri de bahane edilerek sokakların pisliğine bahaneler yaratılacak. Üstelik doğal gaz tesisatı döşenmesinin ayrıca yarattığı kirlilik de cabası. Kazdıkları yolların zemini de bozuluyor. Sıkıştırma işlemi yapılmadan kapatılan kanallarda kısa zaman sonra çökme oluyor. Tüm sokaklar da toz toprak içinde. Kanallar kapatılıyor ama sokakta kalan toz toprak her yere dağılıyor.

Bu arada geçen yıl oldukça tepki toplayan bir uygulama bu yıl da yinelendi. Güzelyalı Parkı’nda yeniden panayır çadırları kuruldu. Üstelik hiç de hijyenik olmayan, sağlıksız gıdalar satışına göz yumuluyor. Sağlam yerden öğrendiğime göre “Doğrudan başkan’dan izin almışlar”… Park parklıktan çıktı, üçüncü sınıf kasaba panayırına döndü. Metrekare hesabına da kira paralarının döndüğü söylenen panayırın engellilerle ilgili bir dernek adına kurulduğu söylense de işin aslı öyle gibi görünmüyor. Buna kim prim veriyorsa Güzelyalı’ya karşı ciddi sıkıntı yaratıyor. Üstelik bu panayırcılar “Süre uzatılması için” imza bile topluyorlardı. Pes doğrusu!

Son söz de gene motorsikletler üzerine. Tekrar ediyorum. İki motorsiklet birden kullanıyorum. Gece, gündüz; hafta içi, hafta sonu; ana cadde ya da ara sokak hiç fark etmiyor. Daha hiçbir trafik polisi çevirip de sürücü belgesi ya da ruhsat sormadı. Diğer motorsikletlere de sorduklarını neredeyse hiç görmedim. Geçen akşam fotoğraf çekmek için Mustafa Kemal Bulvarı’nın Göztepe durağı bölümüne gittim. Yol ile deniz arasındaki yaya bölgesinden ancak bisikletlere geçiş izni var. Tüm girişlerinde “Motorsiklet Giremez” yazılı bu şeritte, orada bulunduğum iki saat içinde tam yirmi altı motorsiklet geçti. Çoğu balık avlama malzemeli kişilerin kullandığı bu şeritte daha yakın tarihlerde motorsiklet çarpması ile yaşamını yitiren bile olmuştu. Pizzacı ve benzeri işlerde kullanılan motorsikletlerin tamamına yakını düşmekten ya da çarpmaktan kırık, dökük, ezik büzük durumda. Farları yanmıyor ya da eksozları çatlak. Bu araçlar kesinlikle muayeneden geçemez. Bu nedenle vizeleri de geçmiş durumda. Üstelik kullanan gencecik insanların da büyük çoğunlukla sürücü belgeleri yok. Aklınıza esen her yerde; yaya yolu, kaldırım, merdiven, yeşil alan, yaya geçidi, ters yön ve saire motorsikleti çekinmeden kullanıyor ve yol vermezseniz de efeleniyorlar. Bunlara bir de Karayolları Trafik Kanunu’nun ilgili maddesindeki “İçten patlar motorlu…” tanımı sayesinde “Sürücü Belgesi Gerekmez” diye satılan elektrikli bisikletler eklendi. Onlar bal gibi elektrikli motorsiklet. Bisiklet filan değil. Çünkü gerçek elektrikli bisikletler, tıpkı bisiklete benziyor. Bunların motor sesi de çıkmadığı için nereden geldiklerini de anlamıyorsunuz. Ban göre bunlar için de bir düzenleme getirilmesi, getirilemiyor ise trafik polislerinin ana caddede gördüğü her bisiklet sürücüsünden “Bisiklet Sürücü Belgesi” sorması gerekir.

Güzel bir yaz, sorunsuz bir İzmir dileği ile…