1975 yılı Haziran ayı başıydı. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünün hazırladığı Antigone oyunuyla turnedeydik. Orta Anadolu şehirlerinden birisinde öğle yemeği için mola verdik. Büyük şehirlerden gelenlerin ve bizler gibi tişört ve blucin giysililerin o dönemin koşullarında pek de rahat gezemediği bir yer olduğunu biliyorduk. Yönetmenimiz Ergin Orbey otobüsten inmeden önce hepimize bir baktı ve Çocuklar, 1975 Türkiyesinde olduğumuzu unutmayın dedi.
Yıl 2010. Ergin hocanın sözlerinin üstünden otuz beş yıldan fazla zaman geçti. Yakın yıllarda görev nedeniyle o şehre onca zaman sonra yeniden gittim ve gözlerime inanamadım. Sandıktan çıkan oyların tersine şehirde muazzam bir çağdaş gelişme vardı. İmar hareketi olağanüstü nitelikliydi ve şehrin yeni semtleri göz kamaştırıyordu. Gecekondu neredeyse yok denecek kadar azdı. Evet, alkollü içecek satın alabilmek için belki bütün şehri dolaşıp ancak bir yer bulabiliyordunuz ama insanların şehirlerine sahip çıktıklarını gözlemliyordunuz. Her yer tertemizdi. O şehirden İzmire, Anadoludaki birçok şehri gördüğüm zaman yaşadığım değişik duygularla dönerken avunabileceğim tek teselli vardı: Ama İzmir, Cumhuriyete en çok yakışan şehir!
Bu düşüncem hala değişmedi ama İzmir, kendisini İzmir yapan birçok niteliği artık koşar adım bir hızla yitirmeye başladı. Bunun bence tek nedeni var: Ne İzmirin ne de İzmirli olmanın ne olduğunu bu güne kadar anlayamamış, bu günden sonra da asla anlayamayacağını gördüğümüz, karar verme noktasındaki insanlar.
Bazı sorunlara kısaca değinmek istiyorum. İzmir şehri, her yeriyle artık çok kirli bir şehir. Her yer çöp içinde. Başta izmaritler, her boy paket, kutu, ambalaj kağıtları, naylon torbalar, çürümüş ve kokmuş yiyecekler, tükürükler… Apartmanlardan sokağa salınan merdiven yıkama suları… Bu çöpler ne gariptir ki en temiz olması gereken itibarlı semtlerin başında gelen Alsancak ve Konak çevresinde daha da fazla. Şehir mobilyalarının tahrip edilmesi ve buna seyirci kalınması da üst boyutta. Şehirde masa ve sandalyelerle işgalin önüne geçilemiyor. Belki de geçilmek istenmiyor. Yerel yönetimlerin büyük bölümü bana göre başarısız, hatta bazıları çok başarısız ama her gün medyada boy gösterenler onlar. Bence çok başarılı iki belediyenin başkanları ise neredeyse medyada hiç boy göstermiyorlar. Çünkü yaptıklarından son derece emin ve kararlılar.
Liman kapısından çıkıp şehre dağılan turistlerin önemli bölümü faytonla dolaşmak istiyor. Yerel yönetimler o faytonlar için toprak zeminli, uygun bir alan yaratamadı. Liman yanındaki viyadüklerin altında çok uygun yerler var. Bu faytonları Gündoğdu Meydanına sıralatıp ortalığı idrar ve dışkı ile kaplamaya, kokutmaya ne gerek var? Gelen turistler şehri tanımak, öğrenmek istiyor. Uydurma broşürlerle avuntu yaratırken, geçen yıl Yerel Tarih ve Koruma Ödülü verilen bu güne kadar yapılmış en nitelikli rehberi türlü hesaplarla görmezden geliyorlar. Kısacası, övündüğümüz İzmir gerçekten derdimiz İzmire dönüşüyor.
Bu arada insan düşünmeden edemiyor… Biz İzmirliler Cumhuriyete sahip çıkmak sevdasıyla yerel yöneticilerin dizi dizi kusurlarına gösterdiğimiz görmezden gelmeyi, başka partilerden seçilmiş olsalardı, gene gösterebilecek miydik? Ne dersiniz?
İzmirde güz, bana göre en güzel mevsim… Işığınız ve sevdanız bol olsun… İzmirin yeniden Güzel İzmir olacağı günlere…