Santa Veneranda’dan su cenneti Damlacık’a

“Su damlası” gibi bir semt

“Bir şehirde var olan yer adları, o şehrin tarih içindeki yerinin en önemli göstergelerinden biridir. Yüzyılların içinden gelen ‘Kadim’ şehirlerimizin semt, mahalle ya da sokaklarında yaşayan adlar; aynı zamanda o şehrin geçmişini günümüze taşıyan değerlerdir. Bu tür adlar kesinlikle rastlantısal değildir, mutlaka bir öyküleri vardır.”

Yukarıdaki sözleri “Bahribaba” hakkında yazdığım araştırma yazısının girişinde yazmıştım. Burada bir kez daha tekrarlamanın yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü öyküsünü anlatmaya çalışacağım semt İzmir şehri için en az Karataş kadar önemli, en az Darağacı kadar gizemli bir semt olan Damlacık…

Tamamlanmak üzere olan Konak Tüneli yapımı sırasında yaşanan kamulaştırma ve yıkım tartışmalarıyla gündeme gelen Damlacık semti, İzmir tarihi içinde benzeri olmayan bir bölge olma özelliğini günümüze kadar sürdürmüştür. Bu benzersizlik iki nedene dayanmaktadır. Bunlardan ilki İzmir’in eski yerleşim bölgelerinden biri olmasına karşın, her zaman taşıdığı sessiz duruş içinde adının pek dillenmemesi, diğeri ise tıpkı bünyesinde taşıdığı sessizlik gibi, İzmir araştırmaları içinde de günümüze değin bu semtle ilgili olarak hemen hiç bir araştırmanın yapılmamış olmasıdır. Bu araştırma bu boşluğu doldurmak, bu önemli eksikliği gidermek için yapılan ilk çalışmadır.

Damlacık üzerine yaptığımız çalışmada bir kez daha tanık olduk ki; bölge İzmir şehrinin “su” ve “çeşme” ile ilgili başta gelen semtidir. Hatta Damlacık için “Sokak çeşmeleri cenneti” ifadesini rahatlıkla kullanabiliriz. Bölgede akmasa da halen varlığını görebildiğimiz çok sayıda çeşme bu savın en önemli kanıtlarından biridir.

Sözün burasında İzmir’in tarih içindeki su yollarının bölge ile ilişkisine bakmanın yararı vardır:

“Binlerce yıllık geçmişe sahip İzmir kentinin su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilmiş, uzun mesafeden su getirme sistemleri konusunda kapsamlı ilk araştırma 19. Yüzyıl sonlarında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmaları çerçevesinde Georg Weber tarafından yapılmış, bulguları 1899’da enstitünün yıllığında yayınlanmıştır. (1) Arada geçen sürede, konunun ayrıntılarına daha fazla inecek, çağdaş haritalar üzerinde bu su yollarının geçkisini tam olarak belirleyecek çalışmalar yapılamamış olduğu gibi, kentin kullanım alanının sürekli büyümesi yüz yıl kadar önce belirlenmiş kalıntıların pek çoğunun bugün artık yerinde bulunmamasına yol açmıştır. Bu su yollarının başlıcaları şunlardır:

a- İzmir’in doğusundan, Nif Dağı’nın güney yamaçlarında, Arapdere’nin en üst kesimlerindeki Karapınar’ın sularını Kadifekale’ye (Pagus Dağı) ileten. Melez Çayı’nı taş borulu ters sifonla geçen antik Karapınar su yolu;

b- İzmir’in güneyinden, Kısıkköy yakınındaki Akpınar’ın sularını Bayramyeri yakınında, eskiden değirmenlerin bulunduğu kesimin yakınındaki Zeus Akraios Tapınağı’na kadar ileten antik Akpınar su yolu;

c- İzmir’in güneydoğusundan, Buca’nın doğusundaki Kanlıgöl – Kaynaklar yöresi sularını Melez Çayı’nı yüksek su kemeriyle aşarak, Kadifekale’nin doğu eteklerinden dolaşarak ileten antik ve daha sonraki dönemlerde de kısmen yararlanılmış olan Buca su yolları;

d- İzmir’in güneyinden, Kozağaç yöresi pınar sularını, Melez Çayı’nı yüksek su kemeriyle aşarak ileten, muhtemelen Osmanlı döneminde “Osmanağa su yolu” olarak da yararlanılmış olunan Kozağaç su yolu;

e- İzmir’in güneydoğusundan, Şirinyer yakınında kaynayan pınar sularını, Melez Çayı’nı yüksek su kemeriyle aşarak ileten Osmanlı dönemi Vezir su yolu;

f- İzmir’in doğusundan, Tepecik’in kuzey yamaçlarından kaynayan, muhtemelen antik dönemde de yararlanılmış olan suları ileten, Kapancıoğlu su yolu.” (2)

Bölgedeki varlığı bilinen iki tapınaktan biri olan Zeus Akraios Tapınağı’nın yerinin günümüzdeki konumla; Bayramyeri’ndeki eski hal binası yerine inşa edilen Doktor Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nin hemen altından Birleşmiş Milletler Caddesi (Varyant) üstündeki eski öğrenci yurdu binasına doğru uzanan sırtta olduğunu söyleyebiliriz. Kısıkköy yakınlarında 130 metre yüksekte bir kaynaktan çıkan suyun denizden yaklaşık 75 metre yükseklikteki tapınağa getiren su sistemi 27 kilometre uzunluktadır. Bu mesafedeki kanal işçiliği bize bu tapınağın ne kadar değerli olduğunu gösterirken, diğer yandan hem çok yakınından geçen bir hatta sahip Mal Deresi ve Santa Veneranda suyundan neden yararlanılmadığı sorusunu da beraberinde getirmektedir. Veneranda suyunun düşündüğümüz kaynağı tapınağın bulunduğu noktadan kot olarak biraz daha aşağıda bir noktadadır. Ancak Mal Deresi, tapınağın hemen üstündeki bölgede ve çok daha yukarıdaki bir kottan aşağıya inmektedir. Bu durumda tapınağa su sağlandığı dönemde derenin debisinin, tapınağın yoğun su ihtiyacını karşılayamadığı düşünülebilir. Öte yandan bir başka olasılık da o dönemlerde Mal Deresi’nin var olmaması ve sonraki yıllarda güçlü bir deprem sonrası oluşmasıdır.

“Su” konusundan söz ederken Damlacık ve çevresinin İzmir şehrinin gelişimi içindeki durumuna bakmakta yarar vardır. Bu konuda sonuç çıkarabileceğimiz önemli malzemeler gezginlerin anıları ve gravürler ile bazı arşiv belgeleridir.

İzmir’in Türklerin eline geçtiği 14. Yüzyıl’da, Damlacık bölgesinde konut yerleşimi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bölgede izini sürebileceğimiz en eski yapı ise Azize Veneranda adına inşa edilmiş bir küçük kilisedir. Kilise günümüze ulaşmamış olsa da bölgede bulunan ve Veneranda adını taşıyan su ise günümüzde hala akmaktadır. Bu nedenle öncelikle uzun yıllar bölgenin adı olarak anılmış olan “Veneranda” üzerinde durmak gerekmektedir.

Latince’de “Saygı” ya da “Saygı duyulan” anlamını taşıyan bir sözcük olan Veneranda, Hristiyan aleminde 26 Temmuz 143 tarihinde hayata veda etmiş bir azizenin adıdır. Bu adın zaman zaman çeşitli kaynaklarda “Veneria” ya da “Venerina” olarak da kullanıldığı görülür. Hakkında çeşitli söylenceler bulunan Galya doğumlu Azize Veneranda, Antoninus Pius’un imparatorluğu döneminde Roma’da öldürülmüştür. Galya, dönemin Avrupa’sında günümüzdeki Fransa, İtalya’nın kuzeyi, İsviçre ve Almanya’nın batı bölümleri ile Hollanda’nın bir kısmı ve Belçika’yı içine alan çok büyük bir bölgeye verilen addır.

Santa Venera ya da Veneranda kültünün Hristiyanlık aleminde 17. Yüzyıl’dan itibaren yayılmaya başladığı görülür. Ancak bu adın Avrupa’dan çok daha erken yıllarda İzmir’deki bir bölgede aynı adlı bir kilise ile birlikte kullanılmış olması ilginç bir durumdur.

Bu konuda düşünülebilecek olasılıklardan biri şövalyeler olabilir. Santa Venera bazı şövalyeler tarafından kendi azizeleri olarak kabul edilmiştir. Bunlar arasında, Kanuni döneminde Rodos’tan Malta’ya göç etmek zorunda kalan şövalyeler de olabilir. Bununla ilgili bir izi Malta’nın başkenti La Valetta’da, eski kent merkezinin batı yönünde yer alan Santa Venera yerleşim yeri ve aynı adı taşıyan kilisenin varlığında görebiliriz. Santa Venera, yerleşimin şövalyeler döneminde başladığı bölgenin “Koruyucusu” olarak kabul edilmektedir.

Tarih içinde, İzmir’de yakın çevrede (Kemer’deki mezarlıktan önce) iki ayrı İngiliz mezarlığı görülür. Bunlardan birincisi sonraları Gurabai Müslimin Hastanesi’nin inşa edileceği eski mezarlık alan, diğeri ise Kırım Savaşı’ndan yaşamını yitiren İngiliz askerlerinin gömülü bulunduğu ve Değirmendağ’ın bulunan azınlık mezarlarının en üst bölümünde (Güney yönünde) yer alan mezarlık. Bunların dışında üçüncü İngiliz mezarlığının Santa Veneranda’da bulunduğu bazı kaynaklarda belirtilmektedir. İlk iki mezarlıktaki mezarların İngiltere’ye götürülmesine karşın bu mezarlıkta bulunduğu söz edilen yüz kırk mezarın akibeti ile ilgili bilgimiz bulunmamaktadır.

Hiç kuşku yok ki bölgenin özelliğini sağlayan şey Damlacık semtinin sırtlarından çıkan, kısa bir mesafe kat ettikten sonra denize yakın bir noktada Mal Deresi’ne karışan kaynak suyudur. Bu suyun üç dine bağlı kişilerce de kutsal varsayılması ilginçtir. Hristiyanlarca “Santa Veneranda Suyu” olarak anılırken, Yahudi cemaati tarafından “Rabbimizin Pınarı” ve Müslümanlarca “Rum Kızı Suyu” adlarıyla anılan bu kutsal su adına bölgede bir de kilise (bazı kaynaklarda manastır) inşa edilmesi, semtin önemini arttırmaktadır.

Kilise oldukça eski dönemlerde inşa edilmiştir. Kesin olmamakla birlikte İzmir’deki benzer yapıların ilklerinden biri olma olasılığı da düşünülebilir. Çünkü 17. Yüzyıl başlarına gelindiğinde gerek gezginlerin anlatımlarından gerekse gravür çizimlerinden kilisenin artık var olmadığı, ancak yıkıntıların görülebildiğini bilmekteyiz. Buna örnek çizimlerden birini de Hollandalı avukat ve besteci Laurens van der Hem’in (1621-1678) koleksiyonunda görürüz. Bu koleksiyondan oluşan kitapta (3) yer alan ve dönemin İzmir’ine ait çizimler arasında yer alan “Manzara. St. Veneranda manastır kalıntıları” gravüründe ve aynı döneme ait benzer gravürlerde de kiliseden ancak kalıntılar kaldığı açıkça görülmektedir.

Gezginlerin yazdıkları eserlerde Veneranda adının kullanımına en erken tarihli eserlerden biri olarak Père Pacifique’in 17. Yüzyıl’ın hemen başlarında yayımladığı kitabını gösterebiliriz. Burada bölgede iki eski kilise yıkıntısından söz edilir. Bunlardan biri kaleye yakın bir bölgede yer alan Sen Polikarp Kilisesi, diğeri ise aşağılarda bulunan Santa Veneranda kilisesidir. (4)

Fransız gezgin Jean de Thevenot, henüz yirmi üç yaşında geldiği İzmir ile ilgili anılarında, Pagos Tepesi’ne bu bölgeden çıktığını görürüz. Kaleye çıkmak için Santa Veneranda’dan uzanan bir yolu izleyerek, buradaki Ortodoks kilisesinden sonra, amfitiyatro ve Polikarp’ın mezarından da söz eder. (5)

İngiliz gezgin Sir Paul Rycaut, 1682 yılında basılan “Histoire Des Trois Derniers Empereurs des Turcs” adlı eserinde “Santa Veneranda’daki aynı adlı çeşme”den söz eder. Rycaut, 1626 yılında Agora semtinde doğmuş olan ve “Mesihlik iddiası”nda bulunan Yahudi din adamı, Sabetay Sevi’nin “Bölgenin önemini belirten davranışlarda bulunduğunu ve hemen Veneranda çeşmesinin yakınında bulunan annesinin mezarını ziyaretinde, günahlarından da affedilmesini istediğini” yazar. (6) Kitaptaki metinlerden hem Veneranda suyunun hem de o bölgedeki deniz suyunda yıkanmanın arınma açısından oldukça önemli olduğunu görürüz.

1683 yılında Londra’da basılan “Two Journeys to Jerusalem” adlı gezi anılarında da yine çeşmeden söz edildiğini görürüz. Buradaki anlatımda Yahudi mezarlığından söz edilerek “Mezarlığa yakın olan Santa Veneranda çeşmesi” ifadesi kullanılır. (7) Gezginlerin 1666 yılında yaptıkları gözlemler arasında çeşmenin bulunduğu bölgenin “Arınma duygusu yaratan özel bir alan” olduğu da belirtilmektedir.

1678 ve 1680 yıllarında iki kez İzmir’e gelip, izlenimlerini 1698 yılında “Deelen van Klein Asia” adıyla yayımlayan Hollandalı ressam Cornelis de Bruyn, kısa zaman sonra “Voyage au Levant” adıyla Fransızca’ya da çevrilecek olan bu eserinde bölgeden şöyle söz eder:

“Aziz Veneranda, aynı adı taşıyan tepenin eteğinde bir bölgedir ve aşağılarda, Rum ve Ermeni mezarlıklarının bulunduğu çukurlara kadar uzanır. İngilizler’in, Fransızlar’ın ve Hollandalılar’ın da aşağı yukarı aynı yerde mezarlıkları vardır ve bu azınlık mezarlıkları alçak duvarlarla çevrilidir. Yahudi Mezarlığı ise, daha aşağıda, deniz kıyısındadır.” (8)

Gezginler genelde yanlarında ayrıca iyi bir ressam da taşırlar ve bunlar ülkelerine döndükten sonra, daha önceden eskiz olarak çizdikleri kentlerin görüntülerini kitapta yer alacak biçimde şekillendirirler. Bruyn aynı zamanda iyi bir ressam olduğundan kitabına mükemmel bir İzmir çizimi ekleyerek, şehrin görüntüsünü bir anlamda ölümsüzleştirmiştir. İzmir’in en güzel gravürlerinden biri olan bu çizimde, Damlacık’a denk gelen ve henüz yerleşimin görülmediği bölgede Veneranda adını taşıyan kilise yıkıntısı ile aynı adı taşıyan su kaynağı açıkça gösterilmiştir.

Bruyn’un yazdıklarından, bölgedeki azınlık mezarlıkları konusunda da ilginç bilgiler ediniriz. Buna göre Yahudi Mezarlığı’nın güney yönünde, yani Değirmendağ’ın üst yamaçlarında ve Doğu yönünde Rum, Ermeni, İngiliz, Fransız ve Hollanda mezarlıkları da vardır. İngilizlere ait bölgedeki üç ayrı mezarlıktan yukarıda da söz etmeye çalışmıştık ancak bu bölgede Rum, Ermeni, Fransız ve Hollandalı mezarlıklarının bulunması ilginç bir bilgidir. Bu mezarlıklarla ilgili olarak şu ana kadar dilimize çevrilmiş hemen hiç yayın bulunmamaktadır. Hatta Konstantinos Oikonomos’un 1817 yılında bastırdığı eserini, 1868 yılında ve yine İzmir’de “Etude Sur Smyrne” adıyla yayımlayan Bonaventure F. Slaars, “Le Bruyn’un yolculuğunu anlatan yapıtını süsleyen İzmir manzarası resminde, bu söylenenlerden her birinin konumu görülüyor. Ben ise bu mezarlıkların izini yeniden bulamadım…” (9) demektedir. Bu söylemden, adı geçen mezarlıkların 19. Yüzyıl ortasında çoktan tarihe karışmış olduğu anlaşılmaktadır.

Buna karşın bazı kaynaklarda kısa cümlelerle de olsa hem bölgeden hem de burada bulunan diğer azınlık mezarlarından söz edildiği görülmektedir. Bunlara göre “Herhangi bir yolculuk sırasında herhangi bir nedenle ölüp kimlikleri bilinmeyenler genellikle buradaki Ortodoks mezarlığına gömülmektedir. Mezarlık Santa Veneranda Ortodoks Kilisesi’nin yanındadır. İşçilikleri çok görkemli mezarlar da içermektedir.” (10)

1801 yılında basımı yapılan eserinde ise Edward Wells, yukarıda belirttiğimiz Paul Rycault’ya gönderme yaparak çeşmeden ve sudan söz eder. “Bölgenin önemi”nden söz eden gezgin “Güney yönündeki tepelerde bulunan rüzgar değirmenlerinin deprem ile sarsılıp yıkıldığını, aşağıda bulunan bataklıkların ölümcül durum aldığını” anlatarak “Aradan bir kaç yıl geçmiş olmasına karşın bataklıkların artık bahçelere dönüştüğünü, yangınlarla bozulan havanın Levant’ın denizciliği ile önemli şehrinde buradan daha sağlıklı ve değerli bir havanın bulunamayacağını” (11) ekler.

“Bataklıklar”dan kasıt, o dönemde bölge henüz ciddi bir doldurulma yaşamadığı için günümüzde tam varyant çıkışında, SSK İşhanı’nın başladığı bölgede yer aldığını bildiğimiz alüvyonlu bölgedir. Alüvyon doğal olarak “Mal Deresi”nin kıyıda biriktirdiği malzemedir. Kitapta sözü edilen deprem ise 1778 yılı depremi olmalıdır. Çünkü bundan bir önceki yıkıcı deprem, kitabın yazımına uzak bir dönem olan 1739 yılında meydana gelmiştir ve yıkıcılığı 1778 depremi kadar değildir.

Öncü şokların 16 Haziran’da başladığı 1778 depreminin asıl yıkıcı dalgası 3 Temmuz tarihinde gece yarısı saatlerde başlar ve 5 Temmuz gününe kadar devam eden yıkıcı şoklardan sonra gelen artçılarla birlikte Temmuz ayı sonuna kadar sürer. Depremden Wells’in sözünü ettiği gibi Değirmendağ bölgesi de oldukça etkilenir. 3 Temmuz’da gece yarısı gelen ilk büyük şok dalgası yaklaşık on beş saniye sürer ve şehrin neredeyse tamamını harabeye çevirir. Birçok evin yanı sıra üç hamam, üç minare ve aralarında öncü şoklardan zaten hasar görmüş olan Büyük (Hisar) Camisi’nin de bulunduğu dört cami önemli yıkıma uğrar. Ayakta kalan binalarda büyük çatlaklar vardır ve onlar da yıkılmak üzeredirler. Şehirdeki bacaların tümü devrilmiştir. Camilerden biri, yanındaki elli dükkanın üzerine devrilerek çok sayıda insanın ölmesine neden olur. Bir başka caminin enkazı altında ise kırk kişi kalır. Bunlardan bazıları kurtulabilir. Bedesten ile çarşının kubbeleri hasar görür. Frenk Sokağı’nın Üç Köşe adıyla anılan kısmında bulunan St. Photini Kilisesi yakınlarında bazı yerlerde, yarılan toprağın çökmesi nedeniyle, ağır hasar meydana gelir. Bu depremin neden olduğu hasarın Seydikoy’ün de batısına kadar uzandığı söylenmiş olsa da, ayrıntılı bilgi yoktur.

Yirmi dört saat süren artçı dalgalar da zaten hasar görmüş olan çok sayıda ev, minare ve kamu binasını yere indirir. Halk, evlerini terk ederek açık alanlarda yaşamaya başlamıştır. Ancak 5 Temmuz günü öğle saatlerinde yaşanan yeni bir yer sarsıntısının yıktığı evlerden birinde, Fransa Konsolosluğu yakınlarında başlayan yangın, kısa zamanda yayılarak otuz altı saat içinde kentin yarısını küle çevirir. İngiliz, Fransız, Napoli, Dubrovnik ve Venedik konsoloslarının evlerini de yıkarak ilerleyen yangın Santa Veneranda’ya kadar olan binaların neredeyse tümünü yakıp kül eder ve o dönemlerde boş olan Değirmendağ sırtlarında söner. Yangında hayatını kaybeden İzmirliler’in sayısı iki yüzün üzerindedir. (12)

Gezginlerin anılarının yanı sıra Santa Veneranda suyu ile ilgili bilgilere başka yayınlarda da rastlanmaktadır. Bunlardan birinde İzmirli Yahudi din adamı Sabetay Sevi’nin 1666 yılında, sürgünde tutuklu bulunduğu Abydos Kalesi’nden müritlerine yazdığı mektuptan söz edilir. Mektupta Santa Veneranda suyu çeşmesinden de söz edilmektedir. “1666 yazı kalabalıkların bayram günleri oldu. Sevi de Gelibolu’da depresyonu atlatmış, konuşuyor, coşuyordu. İzmir’e bir mektup göndermiş ve ‘Annemin mezarını ziyaretle malum duaları okuyanlar, elbette hacıdırlar’ demişti. Mezarın yanında bir de çeşme vardı ve pek çok İzmirli Yahudi, bu tebliğe hemen hücum etti. Çeşmenin adı, Yunan Ortodoks Kilisesi tarafından verilmişti: Santa Veneranda. Hacı Yahudiler ona ‘Rabbimizin Pınarı’ dediler.” (13)

Öte yandan Londra’daki Public Record Office’te bulunan ve 1605-1702 yılları arasındaki dönemin belgelerini kapsayan defterde bulunan kırk iki Osmanlı fermanı arasındaki bir belgede resmi yetkililerce de bölgeye Santa Veneranda denildiği görülmektedir. Bu belgedeki ifadeye göre 18. Yüzyıl başlarında İzmir’i dört yıl haraca kesen eşkıya Sarıbeyoğlu’na karşı alınacak önlemler sırasında “Sarıbeyoğlu kervanla İzmir’e on iki saatlik bir mesafede bulunan Bayındır üzerine yürüyünce, İzmir Kadısı ve ayanları bir defa daha alarm durumuna geçmişler ve Frenklerden isyancıların şehre girmelerine engel olabilmek amacı ile biri St. Veneranda’da ve diğeri Dalyan’da mevzilendirecekleri iki gemi istemişlerdir” denilmektedir. (14)

Veneranda adının geçtiği ve konuyla ilgili bilgileri elde edebildiğimiz bir başka önemli kaynak, özellikle gezginlerin yazdıkları kitapları resimlendirmek için çizdikleri ya da çizdirdikleri gravürlerdir.

Örnek olarak inceleyeceğimiz ilk çizim, İngiliz Doktor John Covel’in el yazması gezi notları (15) ekinde bulunan gravürdür. Lejandı da bulunan ve 1675 yılına tarihlenen gravürün (16) incelediğimiz bölgeyi gösteren bölümünde “P” harfi ile belirtilmiş iskeleden “Santa Veneranda iskelesi ve mezarlıklar” olarak söz edilmektedir. “P” harfinin hemen üstünde yer alan iki mezarlık alandan denize yakın olanı İngilizlere, hemen üstündeki ise Hollandalılara ait mezarlıklardır. Bu mezarlıkların bulunduğu alanda günümüzde Devlet Hastanesi eski binası bulunmaktadır.

Lejandda Fransızlara ait mezarlığın da kilise yanında bulunduğu notu da yer almaktadır. Mezarlıkların hemen sağ yanında görülen akarsu Mal Deresi’dir ve bu akarsuyun Değirmendağ üzerindeki değirmenlerin önünden yükselerek günümüzdeki Eşrefpaşa semti sırtlarındaki Beştepeler bölgesinden geldiği açıkça çizilmiştir. Derenin deniz ulaştığı bölümün diğer yanında ise Yahudi Mezarlığı görülmektedir.

Bu çizimden de anlaşılmaktadır ki Veneranda adı sadece bir kutsal suya ait olmayıp, bölgeye de ad olmuştur.

Gezginlerin anıları yanı sıra harita ve planlarda da bölge ile ilgili ilginç ve sağlıklı verilere rastlanabilmektedir. Luigi Storari tarafından yaratılan 1856 tarihli İzmir planında (17) D harfi ile işaretli Mal (Damlacık) Deresi’nin günümüzdeki Beştepeler semtindeki kaynağından doğduktan sonra Kuzey yönüne akışı ve Ulu Mezarlık ortasından geçen, günümüzde Eşrefpaşa Caddesi’ne dönüşecek olan Uluyol’un bu bölgede U harfi ile belirtilmiş noktada altından geçtikten sonra (bu geçit günümüzde de vardır ancak ağzı kapatılmış durumdadır) bir bölümü günümüzde de görülebilen 9. Yüzyıl şehir surunun iç kenarını izleyerek Ç ile işaretli ve bir zamanlar Santa Veneranda çeşmesinin bulunduğu küçük alana varmaktadır. Eski şehir suru boyunca uzanan günümüzdeki 429. sokağın, daha önceki adının “Dere Sokak” olması da derenin yatağını takip etmesinden dolayıdır. Storari çiziminde derenin burada da meydanın altından geçtiği görülmektedir. Bu alttan geçişin izleri bölgede bu gün de seçilebilmektedir.

Buradan Kuzey yönüne doğru yönlenen dere yatağı Sarı Kışla’nın talim alanı kenarını izleyerek Körfez kıyısında son bulmaktadır. Derenin denize aktığı noktanın yanında ise yukarıda sözünü ettiğimiz Santa Veneranda İskelesi görülmektedir.

1876 yılına ait Lamec-Saad planında da (18) Damlacık Deresi denize ulaştığı son nokta dışında bütünüyle görülmektedir. Plandaki K harfi Kılcı Mescidi’ni (Damlacık Camisi), O harfi Odunkapı Camisi’ni, A harfi de Aliağa Camisi’ni göstermektedir. Ancak bu planda derenin hapishane yakınlarında zayıfladığı ve Sabunhane Caddesi ağzında da zemine karışmakta olduğu görülmektedir. Belki de bunun nedeni suyun bu bölümlerde “dağıtım”ının yapılmış olmasıdır.

Çünkü 17. Yüzyıl başında Damlacık Deresi suyunun “boşa akması” nedeniyle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1720 yılında harekete geçer ve dönemin padişahı III. Ahmet’ten aldığı izinle suyun adıyla anılan mescit ve sabunhanelere akıtılmasını sağlar. Öte yandan 1856 planında gördüğümüz iskelenin batı tarafının doldurularak buraya “Yahudi Banyosu” adı verildiği görülmektedir. Bu planın ilginç noktalarından biri ise Bahribaba Türbesi’nin de işaretlenmiş olmasıdır.

Semtin içinden doğan Santa Veneranda suyu, aynı adlı çeşmenin bulunduğu küçük alanda Damlacık Deresi’ne karışmaktadır. İlginçtir ki günümüzdeki 930. Sokak çıkmazı üzerinde, günümüzde aynı noktada bir çeşmeye dönmüş kaynaktan doğan bu su iki planda da gösterilmemiştir. Kaynağın bulunduğu sokağın daha önceki adı “Rumkuş Sokağı”dır. Santa Veneranda suyuna geçmiş yüzyıllarda Müslümanlar tarafından “Rumkızı” suyunu dendiğini anımsarsak sokağa verilen adın buradan dönüştüğünü düşünebiliriz.

20. Yüzyıl’ın hemen başına tarihleyebildiğimiz ve İngilizler tarafından çizilen İzmir Su Şebekesi Planı’nın bölge ile ilgili bölümünde sözünü ettiğimiz küçük meydandaki çeşmenin varlığını görebiliriz. Küçük meydanın ortasında yer alan kare tabanlı ve dört kenarında da sebili bulunan bu çeşmenin varlığı 1930’ların başlarına kadar birçok plan ve çizimde görülmekteyse de, daha sonraları neden yok olduğu hakkında bilgimiz bulunmamaktadır. Adeta bir çeşmeler cenneti olan Damlacık semtindeki neredeyse tüm çeşmeler kurumuş ya da akmaz hale dönmüşken; Santa Veneranda suyunun hem de oldukça iyi bir debiyle hala akıyor olması da bir başka ilginç noktadır.

Bu çeşmelerden bazıları şunlardır:

Mustafa Efendi Çeşmesi: Damlacık Mescidi’nin, 448. Sokak cepheli avlu duvarı üzerindedir. Harap durumdaki çeşmenin kitabesinde “1796 yılında Mustafa oğlu Mustafa Efendi tarafından yaptırıldığı” yazılıdır.

Mühürdar Ahmet Ağa Çeşmesi: Bir zamanlar Uzunyol olarak söylenen Eşrefpaşa Caddesi’nin sonunda ve Damlacık Yokuşu’nun başında, 446. ve 427. sokaklar köşesinde bulunan Odunkapı Camisi’nin son cemaat yerindedir. Bu çeşme 1739 yılında, Mühürdar Ahmet Ağa’nın vasiyeti gereğince, Gedik Hacı Mustafa Efendi tarafından aynı sokakta bir evin önüne yaptırılmışsa da; sonraları caminin içine alınarak giriş kapısının yanına kurulmuştur.

Odunkapılızade Hacı Mehmet Ağa Çeşmesi: Hacı Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış olduğu bilinen çeşme günümüze ulaşmamıştır.

Bu arada yakın zamana kadar Damlacık Camisi yanındaki eski adı Kılcı olan 448. Sokak merdivenleri üzerindeki mazgaldan zaman zaman sesini duyduğumuz Damlacık Deresi, Konak Tüneli yapım çalışmalarından olumsuz etkilenmiş görünmektedir. Herhalde tünel çalışmaları derenin yer altındaki yatağını etkilemiş olmalıdır ki, kısa zaman önce daha önce görmediğimiz bir değişiklik olmuş ve Damlacık Camisi’nin Kuzeybatı yönündeki temelinin oturduğu tonozun taşları arasından su çıkmaya başlamıştır. Bu cami için çok tehlikeli bir gelişmedir. Çünkü önlem alınmaz ise adım adım temeli oyacak olan o su, zaten tünel çalışmaları nedeniyle ciddi çatlaklar oluştuğunu gördüğümüz Damlacık Camisi’nin onarılamaz zarar görmesine neden olabilecektir.

Eski adı İğneci olan 426. Sokak’ta yer alan Damlacık Camisi’nin, 18. Yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. “Kılcı” adıyla da anılan medresenin, aynı sıralarda İzmir’de yaşayan Kılcızade Ailesi tarafından yaptırıldığı ya da onartıldığı düşünülmektedir. Büyük bölümünün sonradan yok olduğu sanılan bir haziresi de bulunmaktadır. Bu bölgede olduğu düşünülen ünlü Asklepion tapınağının bir bölümünün caminin temelleri altında bulunması da olasıdır. Çünkü 1933 yılı Mayıs ayında yapılan bir çalışmada, caminin yanında bulunan mezarlık altında 270 metre uzunluğunda ve iki metre genişliğinde, yer altı mahzenleri olduğu sanılan bir bodrum bulunmuştur.

Adını, bağrından doğan pınarın su damlalarından aldığını düşündüğümüz Damlacık bir yazıya sığdırılamayacak kadar gizemi barındıran özel bir semttir. Özenle korunmalı, imar hareketlerinin hoyrat dozer darbelerine mahkum edilmemelidir.

***

Dipnotlar

(1) Eserin çevirisi ile birlikte kapsamlı bir araştırma için bkz: “İzmir’in Suyolları” Georg Weber. (Türkçeleştiren ve Yayına Hazırlayan: İlhan Pınar) (İzmir Büyükşehir Belediyesi yayını, İzmir 2011)

(2) “İzmir’in Tarihi Su Getirme Sistemleri” Prof. Dr. Ünal Öziş, İnş.Yük. Müh.Yalçın Özdemir, İnş. Müh. Akın Kosova, İnş. Müh. Abdullah Çördük (İzmir Su Kongresi bildirisi, 4-5 Haziran 1999, s. 45-56)

(3) “The Atlas Blaeu-van Der Hem of the Austrian National Library: The World of a Seventeenth-Century Collector” Groot de Erlend (Book 7) (2006)

(4) “Relation du Voyage de Perse Saict par le R. P. Pacifique de Provins…” Père Pacifique (Paris 1631, s. 11) (Bu kaynak için İlhan Pınar’a teşekkür ederim.)

(5) “Relation d’un Voyage Fait au Levant” Monsieur Thevenot (Paris 1664, s. 170)

(6) “Histoire Des Trois Derniers Empereurs des Turcs. Depuis 1623. Jufku’a 1677″ Sr. Ricaut (Paris 1682, s. 528-529)

(7) “Two Journeys to Jerusalem” Henry Timberlake – Samuel Brett, (London 1683, s. 160)

(8) “Voyage au Levant” Cornelis de Bruyn (Paris 1714, s. 77)

(9) “Destanlar Çağından 19. Yüzyıla İzmir” Konstantinos Oikonomos (1817) – Bonaventure F. Slaars (Etude Sur Smyrne) (1868 Smyrne) (Çeviren: Bilge Umar) (2001 İstanbul, s. 97)

(10) “A History of the Levant Company” Charles Wood (Oxford 1935, s. 247)

(11) “An Historical Geography of the Old and New Testament” (Volume II) Edward Wells, D. D. (Oxford 1801, s. 267)

(12) “Türkiye’de ve Komşu Bölgelerde Sismik Etkinlikler” N. N. Ambraseys – C. F. Finkel (Ankara 2006, s. 152-153)

(13) “Sabatay Sevi. Mesih mi? Sahte Peygamber mi?” Gershom Scholem (Burak Yayınları, Ocak 2001, s. 320)

(14) “Sarıbeyoğlu’nun İzmir’e Yürüyüşü ve Avrupalı Tüccarlar” Necmi Ülker (http://egeweb2.ege.edu.tr/tid/dosyalar/IV_1989/TIDIV-1989-04.pdf) (s. 46)

(15) “Early Voyages and Travels in the Levant” Thomas Dallam, John Covel, James Theodore Bent (Londra 1893)

(16) Gravürün alındığı kaynak: “19. Yüzyıl’da İzmir Kenti” Rauf Beyru (Literatür Yayınları, İstanbul 2011, s. 13)

(17) Luigi Storari planı. Kaynak: Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi.

(18) Lamec Saad planı. Kaynak: Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi.


Yaşar ÜRÜK
(İzmir Araştırmaları Topluluğu)